Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

On Altıncı Bölüm

Aşağa gitmek

On Altıncı Bölüm Empty On Altıncı Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 29th Ocak 2011, 18:56

16



Gary Jules-Mad World



Bu hayattaki en büyük korkunuz ne oldu? Sevdiklerinizi kaybetmek, hayallerinizden vazgeçmek, bir yalanın içinde yaşamak ya da düşmanının gazabına uğramak… Bir düşmana sahip olma gerçeği bile ürkütücüyken onun sizi yere sermek için gözünü bile kırpmayacağını bilmek nasıl bir his? Tehlike gittikçe yaklaşıyor, etrafınızdaki çember aldığınız her nefeste daralıyorsa…


Genç adamın gözleri karanlığa açılırken yüzüne çarpan rüzgarı fark etti. Havadaki esinti saçlarına sertçe çarparak onları dağıtırken Harry duruşundan düşüşte olduğunu anlayarak yutkundu. Nasıl bu hale geldiğini bilemezken içinde büyüyen boşluk hissinin her tarafı kapladığını dehşetle hissetti. Bilinçsizliğinden kaynaklanan sersemliği kendini umursamazlığa bırakırken gözlerini hiç açmayacak gibi sımsıkı kapadı.

Hermione sandalyede oturmuş, yatakta huzursuzca kıpırdanan arkadaşını fark ederken onun avucunu sıktığını fark etti. Kaşlarını çatarak ayağa kalkarken delikanlı yatakta bilinçsizce doğrularak derin bir nefes almıştı. Genç kız yanına koşturarak elini avucuna alırken mırıldandı:
-Harry, her şey yolunda.
Genç kızın mümkün olduğunca yumuşak bir ifadeyle söylediği bu cümle kör gözlerle kendisine dönmeye çalışan delikanlıya bir şey ifade etmezken Hermione elini yavaşça onun alev alev yanan alnına koydu. Harry’nin göğsü derin nefeslerle inip kalkmaya devam ederken bu dokunuşla biraz rahatlayarak geriye yaslandı. Birkaç saniye içinde görüşü netleşirken beyaz duvarları ve geniş pencereleriyle sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen revirde yattığını fark etti. Neden burada olduğunu tam olarak hatırlayamazken Hermione gülümseyerek ona baktı:
-Korkacak bir şey yok, Harry. Her şey yolunda, sadece Hogsmeade’de biraz kötüleştin ama Madam Pince endişelenecek bir şey olmadığını söylüyor.
Delikanlı olanları bölük pörçük hatırlamaya başlarken meydanın üzerinde yükselen dumanlar yeniden burnuna doluyor gibiydi. Telaşla genç kız dönerek sordu:
-Zarar gören oldu mu?
-Önemli bir şey yok dedim ya, Harry. Profesörler zamanında yetişti neyse ki.
Harry kaşlarını çatarken genç kız açıkladı:
-O kadar az kişiyle dayanmamız imkansızdı zaten. Profesör Dumbledore yanında birkaç Yoldaşlık üyesiyle geldi, diğerleri de direnmeden kaçtılar zaten.
-Bahse girerim ki Snape gelenlerin arasında değildi. Kimbilir belki de maskelerin ardında saklananlardan biriydi.
-Harry! Lütfen, bu yaptığın hiç doğru değil.
-Düşünsene Hermione, adamların her şeyden haberi var, kesin o sızdırıyordur.
Genç kız başını umutsuzlukla sallarken söylendi:
-Yani şu anda bile böyle konuşabiliyorsun ya, sana bir şey demiyorum. Neyse, haydi hazırlan da kuleye dönelim.



Delikanlı eli çenesinde şöminede yanan ateşi izlerken yanına oturan Pansy konuştu:
-Şimdi ne olacak?
Draco bir an ona baktıktan sonra tekrar önüne dönerken mırıldandı:
-Ne, ne olacak, Pansy?
Genç kız uzun siyah saçlarını tek omzunda toplarken sinirle güldü:
-Tabi ki de çatışmadan bahsediyorum. Göz göze Ölüm Yiyenler saldırdı ve biz de onlara karşı çatıştık.
Draco derin bir nefes alarak hâlâ göz alıcı renklerde yanan alevleri izliyor halde başını iki yana salladı. Keşke tam olarak neler olduğunu o da bilebilseydi. Bakışlarını odada gezdirdiğinde öğrencilerin büyük bir hararetle konuşmakta olduğunu görürken kapının açıldığını fark etti. Siyah pelerinini dalgalandırarak telaşlı bir şekilde içeri giren Blaise doğruca ona yönelirken bir kağıt uzatarak konuştu:
-Profesör Snape seni bekliyormuş, Draco.
Delikanlı kendisine uzatılan kağıdı alarak bir an baktıktan sonra kaşlarını çatarken ayağa kalktı. Hiç konuşmadan çıkışa yönelirken Pansy kollarını kavuşturmuş genç adamın buruşturarak alevlerin arasına attığı kağıdı izliyordu.



Lucius, oturduğu koltuktan ayağa kalkarak pencereye yönelirken sabırsızlıkla sordu:
-Nerede kaldı, bu çocuk?
Severus incelediği kağıtlardan başını kaldırmadan yanıtladı:
-Notumu aldığında derhal gelecektir.
Ayaktaki adam, cevap vermeden bastonuna dayanarak duruşunu dikleştirirken kapı çalındı ve Severus sert bir sesle yanıtladı:
-Girin.
Kapı açıldığında Draco içeri girerken sürpriz ziyaretçiye pek şaşırmamış, profesörüne baktı:
-Beni çağırmışsınız.
-Baban seninle konuşmak istiyor, Draco.
Delikanlı bir şey demeden babasına dönerken Lucius içerideki odayı işaret etti. Daha sonra azametini bozmadan oraya ilerlerken Draco dönerek Severus’a baktı, adam gözlerini ona çevirmeden baş hareketiyle takip etmesini işaret ederken delikanlı da babasını izledi. Ardından odanın kapısı tok bir sesle kapatılırken adam gözlerini uzun zamandır notlandırmadığı kağıtlardan çevirerek kapıya dikti. Ne yazık ki, sağlam görünüşlü kapıyı bile delip geçecek sertlikteki karanlık bakışları bile o odaya ulaşmasını sağlayamayacaktı.


-Bu ne demek oluyor?
Draco babasının yaptığı sessizlik büyüsünden sonra onun yüksek ses tonuna şaşırmamış dosdoğru ona baktı. Bu soruya cevap vermeyi düşünmediğini anlayan adam masanın önünde ileri geri yürürken konuşmaya devam etti:
-Bir Ölüm Yiyen saldırısında Potter’ın arkasını mı kolluyorsun, Draco? Sana öğrettiğim şey bu muydu?
-Ne yapmamı bekliyordun?
Delikanlının aldırışsız sesi sinirlerini zorlasa da derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışan adam yanıtladı:
-En azından, hiçbir şey yapmadan okula dönmeni bekliyordum. Bu olaya karışmak senin görevin değildi.
-Üzgünüm, bir anneyi nasıl öldüreceğimi gösterdiğin dersler arasında unutup gitmiş olmalıyım.
Adam gri gözlerini kısarak aniden ona baktı:
-Küstahlaşma.
Delikanlı babasına bir adım daha yaklaşırken sert bir sesle konuştu:
-O zaman sen de mantıksız konuşmayı bırak.
Lucius sinirle gülerken başını yukarı kaldırarak düşünürmüş gibi yaptı:
-Ah, sanırım sabırlarımı sınamaya çalışıyorsun. Ne yazık ki sorumluluklarım senin kadar mantıklı olmama izin vermiyor sevgili oğlum.
Draco onun sesinin sakinleşmesiyle dikleşirken yanıt vermedi, onu çok iyi tanıyordu. Lucius Malfoy’un en tehlikeli hali belki de en sakin haliydi. Kendisinin de miras aldığı bir buz kütlesini andıran gözler böyle anlarda binlerce karanlık sırrı taşıdığını karşıdakine çok rahat hissettirirdi. Draco yine çok iyi biliyordu ki bu anlarda babasına karşı en büyük zırhlarını kuşanması gereken anlardan biriydi. Delikanlı biraz daha dikleşirken derin bir nefes aldı, bu anda zihnindeki tüm düşünceleri yavaşça kapatırken ihtiyatlıydı. Vereceği en küçük açık bile tüm düşüncelerinin önüne serilmesine sebep olabilirdi.

Lucius, Draco’nun duruşunun olabildiğince dikleştiğini fark ederken kendini gülmemek için zor tuttu. “Aptal çocuk.” diye geçirdi içinden. “Kendini kapadığını anlayamayacağımı mı sanıyor?” Oğluna doğru bir adım atarak aradaki mesafeyi iyice kaparken elindeki bastonu ustaca çevirdi. Onun tam önünde durduğunda dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrılmıştı bile.
-Babandan sakladığın şeyler mi var, Draco?
Delikanlı cevap vermezken adam çenesini gururla yukarı kaldırdı:
-Bu oynadığın çocukça oyunlar sana bir yarar sağlamayacak. Sana doğru yolu göstermeye çalışıyorum, umarım yanlış şeyler yapmıyorsundur.
Draco konuştuğunda sesi zehir gibiydi:
-Gösterdiğin doğru yol, Lord’a uşaklık değil miydi?
Lucius’un kaşları öfkeyle çatılırken aniden sol kolunu öne uzattı. Draco gayri ihtiyari geri çekilirken adam sol kolunu dirseğine kadar sıyırdı. Delikanlı adamın kolunun üzerindeki derin kesiği görürken gözleri dehşetle açılmıştı. Lucius alaycı bir gülümsemeyle konuştu:
-Senin doğru yolunun ailemiz üzerindeki etkilerini görebiliyorsun, değil mi?
Daha sonra kolunu indirirken bastonunu yeniden alarak kapıya ilerledi, başını sakince oğluna çevirirken kesin bir sesle konuştu:
-Bu konuşmamız henüz tamamlanmadı.
Lucius kapıyı sertçe açarak dışarı çıkarken içeride bıraktığı genç adam nefesini tutmuş olduğunu yeni fark ediyordu.


-Demek, Ron uyuyor.
Hermione merdivenleri inmeyi bitirmiş sola dönerken yanıtladı:
-Madam Pince, zorla uyutucu iksirlerden verdi.
-Sonia’yı korurken falan yorulmuş olmalı.
Genç kız hafifçe gülümserken delikanlı devam etti:
-Bahse girelim mi, belki de Ginny ayarlamıştır bunu, yakınlaşsınlar falan diye.
-Harry!
-Tamam tamam, sustum.
Hermione gözlerini devirirken mırıldandı:
-Kendine geldiğinden beri söylediğin en mantıklı şey bu oldu.
Harry ona cevap vermek için ağzını açacakken genç kız aniden atılarak kolunu tuttu:
-Dur.
Delikanlı onun neden fısıltıyla konuştuğunu anlayamazken Hermione başıyla ön tarafı işaret etti. Harry o zaman Lucius Malfoy’u görürken olduğu yerde durdu. Adamın yüzündeki gururlu ifadenin bu defa biraz daha eksik olduğunu fark ederek ileri atılacakken genç kızın tutuşunun sıkılaştığını fark etti. Malfoy bu sırada merdivenleri hızla çıkarken genç adam kıza dönerek söylendi:
-Neden bırakmıyorsun ki?
-Yeni bir çatışma çıkarmaman için olabilir mi? Bakışlarından alevler çıkıyor sanki.
-Haksız mıyım? O adam ne yüzle buraya gelebiliyor, sanki tarafını bilmiyormuşuz gibi.
-Harry, lütfen. Kesin Bakanlık aracılığıyla falan gelmiştir, başını onun için derde sokma.
Delikanlı derin bir nefes alarak tamam derken Hermione tereddütle kolunu bıraktı:
-Aslında düşünüyorum da biraz bahçeye falan mı çıksak?
-Tamam dedim ya, bir şey yapmayacağım Hermione, gerçekten.
Genç kız kaşlarını kaldırırken delikanlı elini kaldırarak sırıttı:
-İzci sözü.


Genç adam elinde süpürgesi verandayı geçerek içeri girerken yaşlı kadın başını örgüsünden kaldırarak ona baktı:
-Kendini çok yormuşsun.
William elin ıslak saçlarından geçirirken yanıtladı:
-Ama iyi geldi. Uzun zamandır bu kadar yalnız kalmamıştım.
Kadının gücenmiş bir edayla ona baktığını görerek aceleyle ekledi:
-Öyle demek istemediğimi biliyorsun, büyükanne. Okul ortamından bahsediyorum, yoksa senin her zaman yanımda olduğunu biliyorum.
Cecilia rahatlayarak arkasına yaslanırken sordu:
-Okula ne zaman gideceksin?
-Profesör Dumbledore Noel tatili dönüşü başlayacağımı söylemişti.
-Kendini nasıl hissediyorsun?
Genç adam derin bir nefes aldı:
-Gergin.
Büyükannesi ona anlayışla gülümserken delikanlı süpürgesini yan tarafa bırakarak ellerini iki yana açtı:
-Normalde, annemin gelip beni bulması gerekmez miydi? Düşünsene, gideceğim ve “Merhaba, ben yıllardır ölü bildiğin oğlunum.” diyeceğim.
Cecilia onun mimiklerine gülerken konuştu:
-Aida’ya her şeyi tam olarak anlattığında çok mutlu olacağına eminim. Senin güvenliğin için en doğru olanın bu olduğunu o da kabul edecek.
-Bir anne böyle bir şeyi nasıl kabul edebilir ki?
Kadın elindeki örgüyü bırakarak büyük torununun yanına gitti, elini omzuna koyarak konuştuğunda sesi kararlıydı:
-Aida her zaman önemli kararları duyguları saklayamadan karşılar, kendini hırpalar ama mantığı da ona aynısını söylediğinden en doğrusunun ne olduğunu çok iyi bilir. Hele dünyada en çok değer verdiği insanın iyiliği için yaptığı fedakarlığın az bile geldiğini düşünür. Unutma William, ona seçim şansı bıraksaydık o da aynı kararı verecekti. Onun için en önemli olan senin yaşamandı ve ben bunu sağladığım için içim rahat.


Air Supply- Even The Nights Are Better


-Demek en sonunda Ravenclaw’a bıraktın.
Ron başını sallarken Ginny heyecanla sordu:
-Ee, neticede sevgili misiniz?
Genç adam mavi gözlerini kocaman açarken başını iki yana salladı:
-Emin değilim.
Ginny hayal kırıklığını saklamaya zahmet etmeden elini başına götürdü:
-Merlin aşkına, Ron, daha ne bekliyorsun ki? Lavender’la olan faciadan beri kimseyle çıkmıyorsun. İnsanlar ya Hermione ya da Harry’e aşık olduğunu düşünecek.
İçtiği su Harry’nin boğazında kalırken Hermione bir kahkaha attı. Ron’un gözleri şimdi dehşetle açılmışken kardeşine döndü:
-Haydi Hermione’yi anlarım da Harry?
Genç kız omuz silkti:
-Ee, hep onlarlasın. İnsanlar böyle düşünürse hiç şaşırmam yani.
Delikanlı yüzünde garip bir ifadeyle ayağa kalkarken konuştu:
-Saçmalamayı kes, Gin. Hemen Ravenclaw’a gidiyoruz, senin kesin o arkadaşını görmen lazımdır.
Ginny sırıtarak ayağa kalktı:
-Sevgili ağabeyim için yapmayacağım şey yok.
Daha sonra dönerek ikisine göz kırparken Hermione güldü. Ron hızlı adımlarla ilerlerken Ginny de yetişebilmek için peşinden koşturdu. Hermione yanındaki delikanlıya döndüğünde onun da yüzünde aynı dehşetli ifadeyi fark ederken konuştu:
-Ginny’nin dediklerine takılma sen, Ron’u harekete geçirmek için çocukta travma yaratmak gerektiğini fark ettik de.
Delikanlı gözlerini devirirken öfledi:
-Bende travma yaratacak yeterince şey varken bir de buna gerek var mıydı?
-Arkadaşlık fedakarlık gerektirir.
Harry hahalarken Hermione gülerek ayağa kalkmıştı bile. Eteğini düzeltirken sordu:
-İçeri girmiyor muyuz?
-Sanırım ben biraz daha burada kalacağım.
Genç kız onu onaylarken konuştu:
-Yukarıda görüşürüz o zaman.



Pansy koridorda tek başına ilerlerken kollarını kavuşturdu. Asasını odasında bırakarak bu serin havada yanlış bir iş yaptığını fark ederken sola döndü. Basamaklardan inecekken ilerideki silüeti fark etti. Gözlerini kısarak baktığında kendine yaklaşan yüzün Potter olduğunu anlarken bir an olduğu yerde durdu. Hogsmeade’den beri görmediği delikanlının kendisine yaklaşmasını beklerken derin bir nefes aldı. Sonunda aralarında bir adımlık mesafe kalırken ikisi de konuşmadılar. Genç kız uzayan sessizlikte yutkunurken yavaşça konuştu:
-Nasıl oldun?
-Daha iyiyim. Merak mı ettin, Parkinson?
Delikanlının yüzündeki ifade onu o anda gıcık ederken genç kız dikleşerek konuştu:
-Sadece her türlü önemli olayda nasıl bayılmayı becerebildiğini merak ettim Potter, seni değil.
Harry yüz ifadesini bozmadan başını salladı:
-Bilemiyorum, sanırım bir tür yetenek bu.
Genç adam onu geçerek merdivenlere yönelirken Pansy söylendi:
-Keşke muhteşem yeteneklerini de alıp daha da uzaklara gidebilsen.
Harry basamakta duraklayarak ona döndü:
-Bir şey mi dedin, Parkinson?
Genç kız ona bakarken başını iki yana salladı. O anda Harry sendeleyerek taş kolona tutunurken derin bir nefes aldı. Genç adam hafifçe öne eğilirken Pansy ne yaptığını düşünmeden ileri atıldı. Ellerini delikanlının göğsüne koyarak hafifçe oturturken önüne diz çöktü. O anda delikanlı başını kaldırarak sırıttı:
-Gerçekten benim için endişelenmiyormuşsun, Parkinson.
Pansy delikanlıyla birlikte doğrulurken içindeki öfkenin büyüdüğünü fark etti. Delikanlının yüzündeki gülümseme her saniye daha da büyürken genç kız elini düşünmeden kaldırdı. Ancak delikanlı refleksleri her zamanki gibi kuvvetli onun kolunu yakalarken sordu:
-Sağ Kalan Çocuk’a tokat atmayı falan düşünmüyorsun, değil mi?
Genç kızın yüzü öfkeyle kasılırken kolunu sertçe geri çekti, ama Harry onun kolunu bırakmazken delikanlının göğsüne çarptı. Pansy yakın temasla nefes alışının yavaşladığını fark ederken bir an durdu.Daha sonra delikanlının boşta kalan eli çenesini yukarı kaldırırken Pansy kendini delikanlının ayışığının altında pırıl pırıl parlayan gözlerine bakıyorken buldu. Yakın temasın etkisiyle nefes alışı tamamen dururken genç kızın aklı derhal kurtulması gereken düşüncelerle doluydu.

Harry karşısında öfkeyle kendisine bakan kızı izlerken onun ayışığının altında parlayan gözleriyle ne kadar güzel göründüğünü düşündü. Avucunda tuttuğu ince kolu bırakmayı bir an bile düşünmezken kızı iyice kendine çekti. Daha sonra boştaki eliyle titreyen çenesini yukarı kaldırırken kızın gözlerindeki ateşin yandığını fark etti. Delikanlı ne yaptığını fark etmeden ona eğilirken dudaklarını onunki buldu.

Güçlü dudakları kendisininkiler üzerinde hissettiğinde içinde yükselen haykırma isteğini zorla bastıran Pansy gözlerini kapattı. Delikanlıya sıkıcı yaslanırken onun kolunu bıraktığını fark etti. Harry’nin ellerini belinde hissettiğinde genç kız güçlü omuzlara tutundu. Sonunda ikisinin de nefesleri tamamen tükendiğinde ayrılmadan birbirlerine bakarlarken Harry hafifçe gülümsedi. Pansy onun bu naif görüntüsüyle ağlayacak gibi olurken başını hafifçe öne eğdi. Delikanlı onun belindeki tek elini omzuna kaydırarak kendine çekerek göğsünde bastırırken cevap olarak genç kız da ona sımsıkı tutundu.


Hermione üçüncü kata çıktığında görünürde kimsenin olmadığını fark ederek rahatladı. Hızlı adımlarla sol tarafa yönelerek elleri cebinde kendisini bekleyen delikanlıyı fark etti. Genç kız onun önündeki İhtiyaç Odası’nın kapısını görürken Draco kapıyı açarak içeri girdi, Hermione de zaman kaybetmeden onu takip ederken odadaki tek kişilik yatak ve bir koltuğu gördü. Daha sonra sağa dönerek delikanlıya bakarken gülümsedi. Draco ona yaklaşarak kollarını açarken Hermione ona sımsıkı tutundu. Onun kokusunu içine çekerken günün başından beri ilk kez bu kadar rahatladığını fark etti. Delikanlı bir şey demeden onun elini tutarak yatağın ucuna götürürken mırıldandı:
-Senin uykuya benim de düşünmeye ihtiyacımız var.


-Sanırım gitmeliyim.
Harry kollarındaki genç kızın sesini duyduğunda isteksizce onu bırakırken Pansy bir adım geri çekildi:
-İkimiz de oldukça dağılmıştık bu gece.
Delikanlı ona bakarken genç kız yutkundu:
-Bunları olmamış gibi saymalıyız.
Daha sonra arkasına dönerek içer koşarken Harry olduğu yerde kaldı. Genç kız ne söyleyeceğini dinlemeden gitmişti bile. Delikanlının omuzları çökerken basamaklara çöktü.


Pansy’nin saçları kendi rüzgarının hızında savrulurken koridorun sonuna geldiğinde nefes nefese durdu. Hafifçe eğilerek ellerini dizine dayarken gözlerini kapattı. Kendini uzun zamandır ilk defa sonuna kadar güvende hissetmiş olduğu kollardan kaçmak yormuştu belki de onu. Hıçıkırıklarını bastırmak için derin bir nefes daha alırken yaşlarla parlayan yeşil gözlerini açtı, hiçbir kaçış onun için bu kadar acı verici olmamıştı.


Draco kendisine itiraz etmeden huzurlu bir uykuya dalmış görünen kızı izlerken eli çenesindeydi. Ölüm Yiyen olmak istememiş ve bundan kaçmaya karar vermişti, bir süre hiçbir tarafa ait olmayacaktı ama şimdi? Bu planı uygulayamayacağını çok iyi anlamıştı. Ne yapmak istediğini şimdi daha da güçlü hissederken yutkundu. Bunu yapamayacağını bilmek belki de şu an ona acı veriyordu. Babasının kolundaki kesik gözünün önünden gitmezken derin bir nefes alarak başını geriye yasladı. Bazen ondan nefret etse de ona sırt çeviremezdi, bunu yapsa kendinden nefret edecekti. Delikanlı ailesini arkasında bırakamazdı, hayır. Göz göre göre onların acı çekmesine izin veremezdi. Peki, kendi kalbi? Draco saçları yastığa düzensizce dağılmış genç kızı izlerken düşündü, kendi kalbine ihanet edebilecek miydi?




Adam maskenin ardına sakladığı yüzünde belli belirsiz bir memnuniyet ifadesiyle yürüdüğü taş sokakta sola döndü. Ortadaki çeşmeden gelen su sesi dışında kasabadan tek çıt çıkmazken bir an sonra duyulmaya başlanan cisimlenme sesleriyle başını geriye çevirdi. Toplanan adamlar cisimlendikleri yerde hareket etmeden itaatle onu beklerken Lucius başını meydandaki tarihi saate çevirdi, saatin gece yarısını vurmasına birkaç dakika kalmıştı. Bakışlarını evlerde gezdirirken cisimlenme seslerine uyananların tek tük yakmaya başladığı ışıkları fark etti ve gri gözlerini sabırsızca saate çevirdi. Zamanın geldiğini görürken sağ elindeki asayı yavaşça yukarı kaldırdı. Asa havayı yararken bu an kasabanın yaşayacağı son sessiz ve huzurlu an olacaktı.


William, penceresinin önünde boş bakışlarla gölü izlerken aklı çok başka yerlerdeydi. Annesiyle karşılaşmasına çok az kalmıştı, delikanlı hayatı boyunca defalarca hayal ettiği ana bu kadar yaklaşmış olmanın sevincini bir kez daha hissederken buna gölge düşüren fikirleri aklından atmak istercesine başını iki yana salladı. Kendini kontrol etmeye ne kadar çalışırsa çalışsın hayatını elinden alan adamı aklından çıkartamıyordu. Lucius Malfoy, eşi ve kabullenmekte hiç zorlanmadığı oğluyla kendi rahatını sürerken mahvettiği iki hayatı hiç düşünmemişti. Genç adam avuçlarını sıkarken kalbine dolan öfkesi hiç vakit kaybetmemiş, onu alev alev yakıyordu.




Bu defa hazır olun, sizi yere yıkacak yumruk hiç beklemediğiniz bir yerden gelecek.

masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 33

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz