Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Yirminci Bölüm

Aşağa gitmek

Yirminci Bölüm Empty Yirminci Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 29th Ocak 2011, 19:27

20

Sessiz Hayaletler



Yirminci Bölüm 14528023959295452859




Hermione,

Sana canını sıkacak şeyler yazmayacağıma dair kendi kendime söz vermiş olsam da bulunduğum yeri göz önüne alarak beni affet lütfen. Bu cehennemde kendime hakim olabilmem için konuşmam gerekli seninle.

İlk mektubumda her şeyin yolunda gittiğini yazdığımı hatırlarsın. Öyleydi, bu sabaha kadar… Babamın benimle konuşmasını bekliyordum tabi, onun bu meseleyi kapatacağını düşünmedim hiçbir zaman. Yine de bu kadar ağır ve anlaşmazlık dolu olacağını tahmin etmemiştim bu konuşmanın. Bana olan tavrında bir değişiklik yok, onun oğlu değil de evcil hayvanıymışım gibi davranıyor. Ölüm Yiyen olmam konusunda kesin karara varmışız gibi bundan sonraki planını anlatıyordu bana, Karanlık İşaret’i taşımaya başlayacağım günü tasarlamış ama okula devam edip etmemem konusunda kararsızmış, inanabiliyor musun? Ona kesinlikle istemediğimi söylesem de eninde sonunda kabulleneceğimi düşünüyor, yine de pes etmeye niyetim yok.

Her şey, kahvaltıda benimle görüşeceğini söylediği anda başladı. O ana kadar bu konuşmayı yapmamış olmamızın getirdiği sahte huzur geldiği hızla kayboldu. Eh, görüşmenin içeriğini tahmin etmek senin için zor olmasa gerek. Babamın düşünceleri, babamın planları, babamın itibarı… Her şey ona dairdi. Beni de gözü kapalı, onun için çalışacak bir uşak varsayarak başladığı konuşma benim itirazlarımla onun için son bulsa da hâlâ her şeyin düzeleceğini ümit ettiğini çok iyi biliyorum. Ama, bu hayali uzun sürmeyecek. Benim gözümdeki yeri nasıl kaybolup gittiyse bu gece yapacağımız konuşmadan sonra o aptal düşüncelerinden geriye hiçbir şey kalmayacak, en ufak bir parça bile…

Bu arada devamlı kendimden bahsedip durmuş olduğumun farkındayım ama şunu bil ki Granger; tüm amacım, zihninde yerleşmiş olan ukala Malfoy imajının hakkını verebilmek.

Ayrıca, başka bir alışkanlığım olan seni şaşırtmayı da gerçekleştirebilmek için Weasleyler’deki tatilini nasıl geçtiğini en ufak ayrıntısına kadar anlatmanı istiyorum. Benimki kadar acı dolu olduğuna hemen hemen eminim.

Bu tatilin ayrıntılarını istemiş olsam da Potter ve Weasley hakkında olabildiğince az şey yazarsan memnun olurum. Hiç yazmamanı da isteyebilirdim ama bunun imkansız olduğunu bilecek kadar tanıyorum seni.



Genç kız, aniden biten mektupla kaşlarını çatarken zarfın içine baktı. Küçük bir not kağıdını gördüğünde eline alırken yazıları okudu:


Not: Bu mektubun böyle biteceğini düşünmeyecek kadar zekisin, Granger. Seni özledim. .

Draco


Hermione gülerek arkasına yaslandığında delikanlıyla yüz yüze konuşmuş gibi bir hisse kapılırken, belki de hayatında ilk defa aradaki uzun mesafelere rağmen hâlâ birlikte olabilmeyi anlıyordu.



Yaşlı kadın, salona girdiğinde torununun gazeteyi hırsla kapattığını görürken yanına ilerledi. Delikanlının sarı saçlarına yumuşak bir hareketle dokunurken sordu:
-Sorun nedir?
William cevap vermeden önüne bakarken kadının gözleri başlığa takıldı:

“Malfoy İmparatorluğu Genişliyor Mu?
Robert Greengrass’le olan dostluğu sayesinde politik gücünü arttıran Lucius Malfoy’un ülke dışındaki yatırımlarını genişletmesi…”


Cecilia, haberin devamını okumaya gerek duymazken William’ın yüzünü kendine çevirerek konuştu:
-O adamdan uzak dur oğlum, Lucius bize şimdiye kadar üzüntü ve ölümden başka bir şey getirmedi.



Snape, müdürün kapısını sertçe açarak içeri girdikten sonra, elindeki iksir şişesini doğruca koltuğunda bitkince oturan yaşlı adama götürdü. İksir ustasının ayak sesleri yanında durduğunda mavi gözler zorlukla açılarak durumu onaylamadığı her hâlinden belli olanınkilere baktı. Severus, katı yüzündeki ifadeyi bir an bile yumuşatmadan renksiz sıvıyı adamın dudaklarından dökerken mavi gözler tekrar kapandı. Ayaktaki, iksir şişesini geri çekerken ikisi de sessizce durdular.

-Kendini öldürüyorsun.
Severus, gözleri rengini yeniden kazanan adamın yüzünde, konuştu. Adamın göz kapakları titreşse de herhangi bir cevap gelmezken bakışlarını garip bir şekilde kararmış gibi duran sol kola çevirdi. Daha sonra masanın üzerindeki yüzüğe ve kılıca dikkatle baktı:
-Karanlık büyü taşıdığını bildiğin hâlde nasıl böyle mantıksız olabildin?

Dumbledore, her şeye rağmen sakin ama bir parça yorgunluk taşıyan sesiyle yanıtladı:
-Yüzüğün etkisi altında kalmış olmalıyım.
-Sonra da parçalamışsın?
Adam gözlerini bir kez daha kapatarak başını koltuğa yaslarken sol kolunu öne uzattı:
-Duygusal bir hezeyana kapıldım diyelim.
Severus onun konuyu geçiştirdiğini her hâlinden anlasa da bir şey demezken asasını kaldırarak hasarı onarmak için elinden geleni yapmaya başladı.



http://www.yukleresim.com/images/39395982520728995253.jpg " alt="" />




Pansy, yüzünü tatlı tatlı okşayan rüzgârın etkisiyle ağırlaşan göz kapaklarını zorlukla açık tutarken gazeteyi okumaya devam etti. Çevirdiği sayfadaki tanıdık yüzle bir an duraklarken başlığı okudu:
“Harry Potter Seçilmiş Kişi Mi?”
Fotoğraftaki yüzü gördüğünde midesindeki kasılmayı hissederken yutkundu. Genç kız, kalan son gücüyle inkâr etmeye çalışsa da bazı gerçekleri göz ardı etmek gittikçe zorlaşıyordu.


“Harry Potter’ın, Hogwarts’a başladığından beri okul müdürü Albus Percival Dumbledore tarafından özel muamele gördüğünü belirten ismini vermek istemeyen bir öğrenci ‘Potter, okul kurallarına karşı gelmeyi alışkanlık hâline getirmiş olsa da bugüne kadar ciddi bir cezayla karşılaştığını görmüş değiliz, anlaşılan bazı öğrencilerin ayrıcalıklı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.’ derken farklı bir noktaya değiniyor: ‘Ayrıca,Profesör okulda herhangi bir derse vermemesine rağmen kendisinin Potter’a özel olarak eğitim verdiğini düşünüyoruz. ‘ Görüş almak için ulaşmaya çalıştığımız Dumbledore bu iddialara yanıt vermeyi reddederken okulun içinden aldığımız bilgiler bu iddiaları doğrular nitelikte Anlaşılan, Merlin nişanı taşıyan ünlü büyücü ‘seçilmiş kişi’ olarak gördüğü Harry Potter’ın yeteneklerinin ve gücünün geliştirmesi için özel bir çaba harcıyor.”
Ginny, yüksek sesle okuduğu cümlelerin ardından gazeteyi hırsla kapatırken Harry’e baktı:
-Kime, ne çamur atacaklarını şaşırdılar artık.
Harry, haberle sersemlemiş, cevap veremezken yüzünde büyük bir gülümsemeyle içeri giren Hermione’nin sesiyle ona döndü. Genç kız, onun şaşkın ifadesiyle kaşlarını çatarken yanına giderek sordu:
-Kötü bir şey mi oldu?

-Önemli bir şey değil ,sevgili Hermione.
Salonun köşesine kurulmuş ikizlerden Fred, abartılı bir hareketle kalkıp yanlarına gelirken gazeteyi göstererek konuştu:
-Harry hakkında saçma sapan bir şey yazmışlar.
George da kadife koltuklardan kalkmış, yanlarında bitiverirken kardeşinin sözünü tamamladı:
-Harry’nin yeteneği olduğunu ima etmişler, inanabiliyor musun?
Ginny içtiği suyu püskürterek bir kahkaha patlatırken Fred ve George çoktan görevlerini tamamlamış birbirlerini itekleyerek odadan çıktılar. İlkinden sonra sessiz tutmaya çalıştığı kahkahalarla kırılan Ginny’e Harry gözlerini devirerek çok komik olduklarını mırıldandı. Hermione de dudaklarını ısırarak Harry’nin yanına otururken gazeteyi alarak okumaya başladı.



Draco, keyifli seslerin yükseldiği salona girdiğinde bir anda tüm bakışlar ona dönerken kibarca gülümsedi. Lucius, kadehini onu işaret edecek şekilde kaldırırken konuştu:
-Sonunda bize katılabildin, oğlum.
Delikanlı gülümsüyor olsa da babasının yüzündeki soğukluğu hissediyorken yanıtladı:
-Üzgünüm, tamamlamam gereken bazı işler vardı.
Lucius’un yanında duran Robert anlayışlı bir ifadeyle başını salladı:
-Eğitim zaman alıyor olmalı.
Narcissa, oğlunun gerildiğini anlarken yanına giderek omzuna elini koydu:
-Pansy, seni bekliyor tatlım.
Lucius gözlerini kısmış, önemli konuğuna dönerek onu onaylarken Narcissa olası bir tartışmayı önlemiş olmanın geçici huzuruyla yerine döndü, bunu yaparken eşine uyarıcı bir bakış atmayı ihmal etmemişti.


Pansy, bahçeye yönelen ayak seslerini duyduğunda Draco’ya dönerken gülümsedi. Delikanlı onun yanına geldiğinde yanağına yumuşak bir öpücük bırakarak geri çekilirken genç kız konuştu:
-Nasıl gidiyor?
Draco mermer parmaklıklara dayanarak uzaktan belli belirsiz seçilen gölü izlerken başını iki yana salladı. Pansy, uzun süredir onu bu kadar bezgin görmemiş olsa da delikanlının neler yaşadığının az çok farkında, sustu. Sonuçta, kendisi de ona benzer bir süreçten geçiyordu. Baskıcı bir aile ve bir yere varmayan dayatmalar… Kendileri hakkında konuşan bu kadar çok insan varken susmak onlara iyi gelen tek şey olabiliyordu.


Delikanlı, önündeki karanlık suları izlerken babasının seçtiği yoldan gitse hayatının neye benzeyeceğini düşündü. Sonu gelmeyen bir karanlık, acımasız yıkımlar, kimseye duyuramayacağı çığlıklar… Ürpererek bakışlarını gölden çekti, ona bakmaya tahammül edemiyorken bu sularda boğulmasını Lucius ondan nasıl beklerdi?

Pansy, Draco’nun yüzünü aniden kendisine çevirmesiyle kaşlarını çatarken delikanlı konuştu:
-Sen ne yapıyorsun?
Genç kız, alaylı bir ifadeyle gülümsedi:
-Direnmeye çalışıyorum.
Draco da gülümserken sordu:
-Ne kadar başarılısın peki?
-Pek değil ama sonuna kadar denemeden bilemem.
-Ne zamana kadar?
Gri gözler anlayışlı bir ifadeyle ona dönerken Pansy aniden sustu. Delikanlının belli belirsiz hüznü durumun umutsuzluğunu yüzüne bir anda çarpmıştı sanki. Dayanacak kimsesi yoktu, gözünü kapattığı an onu kim tutacak bilmiyordu. Ailesini geride bıraksa nereye gidebilirdi? Onu yargılamadan kabul edecek biri var mıydı? Gözleri belli belirsiz buğulanırken Draco’nun hâlâ onu izliyor olduğunu gördü, güçlü kollar durumunu anlamış gibi iki yana açılarak onu nazikçe sararken Pansy yüzünü delikanlının göğsüne gömdü. İşte burası, biraz nefes alabileceği bir yerdi.


Draco, birkaç dakika boyunca hiç konuşmazken ellerini yumuşak hareketlerle genç kızın sırtında gezdirmeye devam etti. Yaşadığı şoku çok iyi anlayabiliyordu. O farkında olmasa da genç kız şimdiye kadar yaşadıklarının gerçeğinden hep uzaktaydı. Delikanlı onun mucize bir kurtuluşu beklediğinin farkındaydı, Pansy olacakları düşünmüyor sadece tüm bu yükten kurtulacağı günü bekliyordu. O zamana kadar kendisini de ailesini de oyalayacaktı. Draco’nun sorusu belki de gerçeği yüzüne çarpmıştı. Onları bekleyen bir çözüm yoktu. Her şeyi kendileri yapmalıydılar, bir mucize gerekiyorsa bile bunu ancak onlar yaratabilirlerdi. Delikanlı bunları düşünürken Pansy’nin geri çekildiğini fark etti. Genç kız, karanlıkta bile parlayan yeşil gözlerini karşısındakilere dikti:
-Şimdi ne yapacağız?
-Ben bu gece konuşacağım.
-Bu zamana kadar konuşmadın mı?
-Defalarca ama bu defa son kararımı söyleyeceğim. Gerekirse evden de ayrılacağım.

Pansy duyduğu cümleyle şok olurken ona baktı:
-Nereye gidebilirsin ki?
-Belki Severus’a…
-O da bir Ölüm Yiyen, Draco öz baban bile senin arkanda duramazken o bunu neden yapsın?
Delikanlı genç kıza baktığında onun Severus’un tarafına dair kesin inancını gözlerinden okurken sustu. Ona ne diyebilirdi ki? Vaftiz babasının sırrını açık edemezdi, onun nasıl çalıştığını açıklayamazdı. Kaldı ki bu durumu kendisi de tam olarak biliyor değildi. Emin olduğu tek şey, onun kendisine yardım edebilecek olmasıydı.
-Bilmiyorum ama bu saçmalıklara daha fazla katlanmayacağım kesin.
Pansy, sesindeki kararlılığı duyduğunda ne söylese kararından geriye dönmeyeceğini anlarken parmak uçlarında yükselerek delikanlının yanağına bir öpücük bıraktı:
-O zaman bol şanslar.
Daha sonra ona bakmadan doğruca içeri girerken Draco gözlerini kapattı, şansa gerçekten çok ihtiyacı olacaktı.



Hermione, dar merdivenlerden hızla yukarı çıkarken kendisine seslenilmesiyle durdu. Ron, hızla yanına gelirken sordu:
-Nereye gidiyorsun böyle, aşağıda birlikte oturmayacak mıydık?
Genç kız, yüzünün kızarmasını engellemek için derin bir nefes alarak yanıtladı:
-Bir mektup yazmam gerekiyordu.
Delikanlının mavi gözleri şüpheyle açılırken sordu:
-Bu mektup, Krum’a gitmeyecek değil mi?
-Hayır, annemlere yazmam lazım.
Ron, biraz olsun rahatlasa da tedbiri elden bırakmazken mırıldandı:
-Herkes olur ama o olmaz, Hermione. Lütfen… Tamam mı?
Genç kız, aslında kime mektup yazacağını söylese Viktor’u tercih edeceğini düşünse de bu konu hakkında bir şey demezken yoluna devam etti:
-İyice paranoyak oldun, Ronald.
Geride kalan delikanlı söylendi:
-Ona yazmayı aklından bile geçirme, Hermione. Eminim, kendi hayran kitlesiyle çok mutludur.
Cevap olarak sertçe kapanan bir kapı sesi alırken omuz silkerek aşağı yöneldi, bu kızları anlamak cidden çok zordu.



Narcissa elini yorgun bir tavırla başına götürürken konuştu:
-Yorucu bir akşamdı.
Lucius gülümseyerek yanına geldiğinde koluna girerken devam etti:
-Artık yatsak iyi olacak. Draco sen de çıkmıyor musun?
Delikanlı bakışlarını boş şömineden alırken ayağa kalktı:
-Önce babamla konuşsak daha iyi olacak.
Kadın, onun sesindeki tınıyla endişelenerek başını geriye attı:
-Yarın konuşsanız, daha iyi olmaz mı?
Draco, cevap vermeden kararlı gözlerle babasına dönerken Lucius bir an durumu tartarmış gibi ona baktı. Daha sonra sakin bir ifadeyle Narcissa’ya döndü:
-Bu gece konuşmamız, hepimiz için daha iyi olacak.
Kadının elini nazikçe öperek bıraktıktan sonra tekli koltuklara ilerlerken Narcissa bir an oğluna baktı. Onu sanki hayatında ilk defa görüyordu. Narcisa onu tanımlamak için hiçbir kelime bulamazken, Draco, hayatında ilk defa belki de ona karşı hiçbir şey hissetmiyormuş gibi öylesine bir iyi geceler dileyerek arkasını döndü. Narcissa , onun bu tavrıyla boğulacak gibi olurken kendini dışarı zor attı. Biraz daha orada kalsa taş kesileceğine hemen hemen emindi.


Draco, deri koltuklara geldiğinde babasının kadehini yeniden eline almış olduğunu görürken kendi kendine güldü. Anlaşılan, bu gece onun bile kendisine bir destek bulmaya ihtiyacı vardı. Daha sonra, adamın karşısındaki koltuğa geçerken kollarını iki yana koydu. Lucius, onun rahat tavırlarını soğuk bir ilgiyle izlerken konuşmaya başladı:
-Kararımı verdim.
Lucius, dudak bükerek onu yanıtlamazken delikanlı onun tavrından hiç etkilenmemiş devam etti:
-Ölüm Yiyen olmayacağım.
Kararlı bir sesle söylediği bu cümleden sonra arkasındaki koltuğa iyice yaslanırken adam içkisini bitirmiş, bardağı elinden bıraktı. Kristal kadeh mermer yüzeyle buluştuğunda çıkan ses, Draco’yu bir anlığına irkiltirken Lucius öne eğilerek onun gözlerinin içine baktı:
-Korktun mu?
Delikanlı, hayatında ilk defa onun sesini bu denli zehir dolu bulurken cevap vermedi. Lucius, aynı rengi paylaştıkları gözlerini bir an olsun ondan çekmezken bir dakika kadar bekledi. Draco, onun bu garip tavrı karşısında ne yapacağını bilemezken kısık sesle konuştu:
-Hayır.
Karşısındaki adamın dudakları tehlikeli bir gülümsemeyle kıvrılırken ayağa kalktı:
-Korkmalısın.
Lucius, bu kelimedeki her hece Draco’nun kalbine saplanan bir hançer olurken, geride bıraktığı oğluna bir kez daha bakmayarak odadan çıktı.


Bazı anlar vardır, kaderimizi değiştiren. Her şeyin kontrolümüzde olduğunu düşündüğümüz bir gün, hedefimize ulaştığımızı sandığımızda yaşarız. O dakikalar geçerken bazen hiçbir şey hissetmeyiz, bazen kanımız donar. Fakat, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Yaşanan yaşanmıştır ve yıllar sonra dönüp o ana baktığımızda anlarız,aslında hiçbir şey bizim kontrolümüzde olmamıştır.

masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 32

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz