Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Yirmi Birinci Bölüm

Aşağa gitmek

Yirmi Birinci Bölüm Empty Yirmi Birinci Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 29th Ocak 2011, 19:34

21. Bölüm: Kumdan Kaleler


Lucius, salondan çıktığı an tüm maskesi düşerken olduğu yerde durdu. İçindeki öfke dalga dalga yükselerek tüm benliğini kaplarken gümüş saplı bastonunu büyük bir hırsla sıktı. Tüm planları, herkesten üstün tuttuğu tek oğlu yüzünden yıkılıyor olamazdı. Gözlerini koridorun ipek halıları ve şaşalı tabloları arasında gezdirirken olası bir gözden düşüşün ona nelere mal olabileceğini düşündü. Buna izin veremezdi, hepsi için bu kadar uğraşmışken bu mümkün değildi. Ani bir kararla çalışma odasına ilerlerken başını iki yana salladı, sahip oldukları için kendinden bir kere vazgeçmişken binbir zorlukla kurduğu kalelerin hiçbiri bu kadar kolay yıkılmamalıydı.


Draco, başını dayadığı koltukta kendisini saran sessizliği dinlerken Lucius’la konuşması en ince ayrıntısına kadar zihninde dönüyordu. Adamın yüzündeki soğukluk ve sesindeki nefret kendi öfkesini çoğaltırken yumruklarını sıktı. Söylediği gibi tek derdi onun güvenliğini sağlamaksa ve bunun tek yolunun yerini korumak olduğunu düşünüyorsa eğer, nasıl olur da bunun Draco’yu yavaş yavaş öldürdüğünü göremezdi. Bir baba, öz oğlunu bir katilin kucağına bu kadar rahat itebilir ve onun da bu yolda ilerlemesi için bu kadar istekli olabilir miydi? Delikanlı, solgun yüzünü bilinçsizce buruştururken odaya birinin girdiğini duymasıyla gözlerini hızla açtı.


Narcissa, ellerini kavuşturmuş, sessiz bir gülümsemeyle oğlunu izliyorken Draco başını kaldırdı. Kadın, iç çekerek karşısındaki koltuğa otururken konuştu:
- Demek konuşmanız iyi geçmedi.
Delikanlı ifadesiz bir yüzle ona bakmaya devam ederken mırıldandı:
- Tahmin etmek zor olmamıştır.
-Olmadı , neticede ikinizi de iyi tanıyorum.
Draco, ne olursa olsun onu sevgiyle izleyen gözlerden bakışlarını çekti:
-Beni tanımıyorsun.


Narcissa, onun sesindeki sitemle kalbi kırılırken yanıtladı:
-Draco, bana haksızlık ediyorsun.
-Sen de beni tanıdığını söyleyerek büyük bir yalana inanıyorsun.
Ardından, gözlerini kapadığında kadının huzursuzca kıpırdandığı yerde kendisine endişeyle baktığını göremezken başını tekrar koltuğa yasladı.


Hayatının merkezine koyduğu oğlu, açık açık olmasa da onu suçlar ve bu onun gözyaşlarına boğulmasına ramak bırakırken Narcissa, dudaklarını ısırarak koltuktan kalktı. Onu kucağına aldığı günden beri sevmekten bir an bile vazgeçmediği oğluna ilerledi. Kristal avizeden yayılan ışıklar onun solgun yüzünde ışık oyunları yaparken elini uzatarak saçlarına dokundu.

Draco, saçındaki ellerin yumuşaklığını hissederken tüm gerilimin adeta uçtuğunu fark ederek tepki vermemek için kendini zorlayarak durdu. Beyni onun elini itmesini haykırırken kalbi bunu yapacak kadar soğumamış, karşılık vermeden bekledi.

Narcissa, oğlunun bebekliğindeki yumuşaklığı hâlâ kaybetmemiş saçlarını okşarken yanağına süzülen bir damla yaşı elinin tersiyle sildi. Onun mutsuzluğuna nasıl olmuştu da bugüne kadar kayıtsız kalabilmişti. Kırılma noktası neresiydi bilmiyordu ama onun eskisi gibi olmadığı çok açıktı. Bu düzene girmek istemiyordu, ne kadar zorlasalar da istemeyecekti. Kaldı ki Narcissa onu asla zorlamazdı, zorlayamazdı, nasıl olurdu da onu kendi vicdanından vazgeçirmeye çalışırdı. Kadın, yutkunarak elini Draco'nun saçlarından çekerken oğlunun ani bir hareketle onu yakalamasına şaşırdı. Bakışları aşağıda buluşmuş ellerinden, gözlerine çıkarken oğlunun sesiyle irkildi:
-Ona izin verme.


Kadın ne yaptığını düşünmeyi çoktan bırakmış, dizleri üstüne çökerken Draco'nun elini bırakmadı. Onun başı öne eğilerek kendisine yaklaşırken serbest kalan eliyle, çenesinden tutarak ona baktı. Oğlunun gözlerinde uzun zamandır görmediği güveni görürken nasıl bu kadar geç kalmış olduğuna bir kez daha inanamayarak fısıldadı:
-Asla.

Draco'nun yanağına yumuşak bir öpücük bıraktı ve aynı ince gülümsemeyle oğlunun alnına dağılmış saçları geriye atarak doğruldu. Kararlı adımlarla salondan çıkarken başını dikleştirdi, kimse oğluna dokunamayacaktı.


Lucius, çalışma odasından çıktığı an Narcissa'yı görürken onun henüz uyumamış olmasına şaşırmış, sordu:
-Bir sorun mu var?
Narcissa bir şey söylemeden yanından geçerek odaya girerken Lucius dönerek onu izledi. Neler döndüğünün merakıyla başını iki yana sallayarak o da içeri girerken kapıyı kapattı. O anda kadın ona dönerken konuştu:
-Draco'yu daha fazla zorlamayacaksın.
Adamın dudakları uçucu bir gülümsemeyle kıvrılırken tek kaşı havaya kalktı:
-Anlamadım?
-Draco'yu daha fazla zorlamayacaksın, diyorum.
Lucius başını iki yana sallayarak kapıya uzanırken kadın ani bir hareketle elini uzatarak onu engelledi. Bunun üzerine Lucius hâlâ sakin tutmaya çalıştığı sesiyle ona dönerek konuştu:
-Lütfen Narcissa, hepimiz için yorucu bir gündü.

Narcissa, onu dinlememek için sonuna kadar direnen adama bakarken çenesini dikleştirerek konuştu:
-Daha fazla üstüne gidersen eğer Lord'a her şeyi anlatırım.
İkisinin de eli aynı anda kapıdan çekilirken Narcissa kocasının yüzünde büyüyen şüpheyi izledi. Lucius mırıldandı:
-Ne saçmalıyorsun?
-Söylediğimde ciddiydim, Lucius. Eğer sen gözünü bu kadar karartırsan aynısını ben de yaparım ve Lord'un her şeyi öğrenir, her şeyi.
Adam tehdidin ağırlığıyla gerisingeri dönerek odanın içine ilerledi. Attığı her adımda zemin adeta sarsılırken Narcissa kendini güçlü durmaya zorlayarak ona baktı. Lucius sonunda ona dönerken Narcissa onun ellerini iki yana açarak konuştuğunu gördü:
-Her şeyi ne demek, Narcissa?
Soluk pembe dudaklarını ısırırken yanıtladı:
-Aida'yı ve daha fazlasını...
Kadın durarak bir nefes verirken başını hafifçe öne eğse de devam etmesi gerektiğinin farkında bir an sonra Lucius'la göz göze geldi:
-Sana verilen görev bittikten sonra bile nasıl ondan kopamadığını, ona aşık olduğunu söyleyerek "evini" nasıl terk ettiğini...
Narcissa nefes almakta giderek zorlandığını fark ederken bir kez daha durdu, bu defa gözlerini Lucius'tan ayırmamıştı. Onun omuzlarının düştüğünü ve bitkin bir edayla koltuğa çöktüğünü görürken onun güçsüzlüğünden adeta beslenerek ilerledi:
-Hepsini hatırlıyorsun değil mi?
Sarı saçlarla çevrelenmiş sivri yüz, yanı başında konuşan sesle yorgunca kalkarken karısının gözlerine baktı. İkisi de biliyordu, öyleyse inkârın ne anlamı vardı?

Narcissa, onu izlemeye daha fazla devam edemeyeceğini anlarken pencereye ilerledi. İnce tül bir hayal gibi ellerinin arasından kayarken yıldızlarla dolu karanlık gökyüzüne baktı. Bir an o yıldızlardan biri olabilmeyi dilerken Lucius'un sesini duydu:
-Öyle bile olsa, söyleyebileceğin başka ne var Narcissa? Yıllar önce olmuş bir şey Lord'u ne kadar ilgilendirecek? Yalan söylerim, bir hata yaptığımı söyleyerek işin içinden çıkabilirim. Bunları yeniden hatırlatarak ikimizi de cezalandıran sensin.
Kadın, acıyan bir gülümsemeyle ona dönerken mırıldandı:
-Hâlâ hata yaptığını kabullenmiyorsun, değil mi?
-Narcissa, lütfen...
Bakışlarını uzaktan belli belirsiz seçilen tepelerin siluetleri arasında gezdirirken kendi kendine konuşur gibi devam etti:
-Ona aşıktın Lucius. Aida'nın gölgesi her zaman üzerimizdeydi, asla da silinmeyecek.
-Narcissa...
-Tanrı aşkına, onun çocuğunu doğurmasına bile izin verdin. Ben senin karınken, Bayan Malfoy olmayı sadece ben hak ederken o da senin çocuğunu taşıyordu ve sen onun yanındaydın.
-Sen engelleyene kadar...
Narcissa gözyaşlarını daha fazla tutmayı boşverirken perdeleri sertçe bırakarak geri döndü. Onun yanına geldiğinde sesi önleyemediği bir şekilde yüksekti:
-Zorundaydım. Kendimi, gururumu, kendi çocuğumu düşünmek zorundaydım.
Lucius da ayağa kalkarken bağırdı:
-Her şeyi mahveden sensin ve şimdi karşıma geçmiş, ağlayıp bağırarak haklı çıkacağını mı düşünüyorsun?
Narcissa korkuyla bir adım geri çekilirken Lucius başını delirmiş gibi sallayarak devam etti:
-Ah evet, madem gerçekleri konuşmaya bu kadar meraklısın, konuşalım.
Kendisinden uzaklaşan kadının bileğini tutarak onu yaklaştırdı:
-Bu defa kaçamazsın Narcissa. Ne yaptığını bir kez daha duymak istiyor musun, hepimizi nasıl da mahvettiğini? Hepimizin izini rahatlıkla kaybettirebilecekken hiçbir sıkıntı çekmeden yaşabilecekken tehditlerinle beni nasıl zorladığını? Hatırla, Narcissa, hatırla!
Kadının mavi gözleri onun son kelimesiyle kapanırken son gücüyle Lucius'un koluna tutundu.


-Konuşmak istediğin konu nedir, Narcissa?
Genç kadın, gülümseyerek ona dönerken koltuğu işaret etti.
-Bu ne soğukluk?
Lucius onun yüz ifadesinden hiç hoşlanmazken konuştu:
-Oyun oynamaya gelmedim, bir an önce dönmem lazım.
-Onun yanına mı?
Zarif bir topuzla toplanmış saçlarını tek bir hareketle açık bırakırken koltuğunda geriye yaslandı, gözleri dikkatle karşısındakileri izlerken sorusunun yanıtına aslında hiç ihtiyacı olmadığını belli ediyordu:
-Her neyse, seni bu sıkıntıdan kurtaracak bir teklifim var. Merak etmiyor musun?
Lucius bir anlık duraklamadan sonra başıyla ona devam etmesini işaret etti.
-Bana geri döneceksin, evine. Bundan sonra o kadını asla görmeyeceksin, ondan doğacak olan o çocuğu da. Eğer bana verdiğin sözleri tutar ve "bizim" ailemizdeki yerine geri dönersen ben de Lord'a gitme gereği duymam.
-Beni tehdit mi ediyorsun?
Omuzlarına dökülmüş saçlarıyla oynarken adama gülümsemeye devam etti:
-Lütfen, bu kadar dramatikleşmeye gerek yok. Kaçacak bir yerin olmadığını biliyorsun, düşünsene Karanlık Lord, en güvendiği adamın bu büyük ihanetini öğrenirse neler olur? Karşı taraf için bile ajanlık yaptığını düşünebilir.
-Ben asla...
Narcissa dudak bükerek bildiğini belirtircesine başını salladı:
-Ah, ben yapmadığını biliyorum. Ama onu inandırman bu kadar kolay olmaz, biliyor olmalısın. Onun huzurunda tek bir cümle söyleyemeden kaybolan tüm hayatları düşün. Hele bir de o bebeği öğrenirse... Seni geçiyorum, sevgili Aida'nın hayatı bile büyük tehlikeye girer.
Lucius , gözleri öfkeden kısılmış bir hâlde odadan çıkarken bir kez bile ardına bakmadı. Geride kalan kadın ise onun ardından bakmaya zahmet etmeden devam etti:
-Teklifimi iyi düşün, Lucius.


Kadının gözleri açılırken Lucius'un sesiyle iliklerine kadar ürperdiğini hissetti:
-Unutamazsın, Narcissa, asla unutmamalısın.


Draco, ne zaman koltuktan kalkmış, kendinde odasına gelecek gücü nasıl toplamış sorgulayacak hâlde değil, kıyafetleriyle yatağa serildi. Üstünü değiştirmesi için sadece bir büyünün yeterli olduğunu bilse de bunu yapamayacağının farkında, son bir gayretle yastığına uzanarak onu kendine çekti ve kendini güvenle uykunun kollarına bıraktı.


Hermione, cam avizenin yumuşak ışıklar yaydığı oturma odasında oturmuş, elindeki kitabı her satırını ezberleyerek okurken saatin 12’yi vurmasıyla başını kaldırdı. Bayan Weasley de örgüsünü bırakarak esnerken genç kıza döndü:
-Zaman nasıl da hızlı geçmiş.
Hermione de gülümseyerek onu onaylarken omzunu ovalayarak kapıya baktı:
-Arthur nerede kaldı? Sadece bahçeye bakması lazımdı, umarım gene bulduğu eşyalarla garip deneyler yapmıyordur.
Genç kız, gülümsememek için dudaklarını ısırırken Molly asasını hafifçe sallayarak radyonun düğmesini açtı:
-Hâlâ uykumuz gelmediğine göre, biraz müzik dinlemenin zararı olmaz.
Daha sonra asasını bırakıp kendi kendine konuşarak Harry’e bu seneki doğum günü için hazırladığı hediyeye döndü. Hermione de dizlerini kendine çektikten sonra devam etmek için kaldığı yeri bulurken, o anda kulağına gelen melodiyle dondu. Duyduğu şarkıdan emin olduğunda dudakları kocaman bir gülümsemeyle kıvrılırken kitabını hızla yüzüne kaldırdı, Bayan Weasley bu hızlı duygu değişimini görse geniş çaplı bir açıklama yapması gerekebilirdi.



Jewel-Sweet Dreams For You

Genç kız, kapıyı kapamadan önce hızla etrafa bakarken her zamanki gibi tenha bir koridorla karşılaşmaktan mutlu gülümsedi. İçeri girdiği an, elleri cebindeki Draco’yu gördüğünde gülücük büyürken kitaplarını bırakarak ona ilerledi. Yumuşak ayak seslerini duyan delikanlı, ona dönerken başını öne eğerek selam verdi:
-Granger, seni hangi rüzgar buraya attı?
Hermione,dudak bükerek ona baktı:
-Münasebetsiz olanı. Şu an kütüphanede ders çalışmam gerekirken…
-Şşt…
Draco, işaret parmağını onun dudaklarına götürerek kızı sustururken her zamanki onu şaşırtmış olmanın keyfiyle güldü.

Hermione, mavi gözleri her zamankinden farklı parlayan delikanlıya baktığında tüm planlarını keyifle bir yana bırakabileceğini fark etti. Bu teslimiyet hiç hoşuna gitmese de karşı çıkmak konusunda yaptığı fazla bir şey yoktu. Gizlice görüşmeye başlamalarının üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti ve genç kız kendini şimdiden daha önce hiç olmadığı şekilde kontrolsüz hissediyordu. Sanki bir şelaleden atlamıştı ve ona yön veren tek şey kalbiydi.

-Şarkıyı duyuyor musun?
Genç kız, bir an kaşlarını çatarak hemen hemen sessiz odayı dinlerken Draco onu geçerek kapıya yöneldi, yarı aralık bıraktığı kapıdan dışarıyı dinlerken mırıldandı:
-Noel için prova yapıyor olmalılar.
Hermione de yanına geldiğinde melodi daha net bir şekilde duyulurken delikanlı asasını uzatarak sessizce bir şeyler mırıldandı. Şimdi, ses adeta odadan yayılırken genç kız elini ağzına götürerek konuştu:
-Hey! Ya sesi duyup gelen olursa?
Draco cevap vermeden onu boş sınıfın ortasına yönlendirirken Hermione gözlerini sabırsızlıkla açmış ona baktı, delikanlı genç kızın cüppesini bir şey söylemeden nazik bir hareketle çıkartıp kendisininkine de üstünde bırakarak geri dönerken Hermione konuştu:
-Sen “cidden” ne yapıyorsun? Ya bir gelen olursa, ayrıca cüppeler…
Delikanlı asasını son kez sallayarak müziğin sesini yükselttikten sonra elini genç kıza uzattı:
-Bazen her tehlikeyi göze almak gerekir.
Hermione onun ses tonuyla yutkunarak teklifi kabul ederken bir an sonra delikanlıya çekildi.

Draco, kolları arasındaki genç kızı nazikçe kendisine yaklaştırırken başını dikleştirerek bir adım attı. Hermione eli genç adamın elinde, onun diğer elini de belinde hissederken onunla beraber hareket etti. Sağa sola atılan adımlar kendini yumuşak bir dönüşe bırakırken Hermione gözleri delikanlının göğsünde derin bir nefes aldı. İşte yine buradaydı, onun kollarında. Genç kız, onun kendisini çektiği yöne giderken nasıl olup da bu duruma geldiklerini düşündü.

Göl kıyısındaki konuşmaları beyninde yankılanırken Draco, Hermione’ye biraz daha yaklaştı. Aralarında sadece yarım adımlık mesafe kalmışken tüm sıkıntılarını aklından çıkarmış, onun baş döndürücü kokusunu içine çekti. Sola doğru bir adım daha attıktan sonra birbirlerine daha sıkı tutunarak dönerlerken kendi kendine güldü. Onu gördüğü ilk andan beri küçümsemeye çalışarak nasıl da yanlış yapmıştı?

Hermione, müziğin son melodileri odada yayılırken gözlerini kapatarak Draco’yla bir kez daha döndü, daha sonra ikisinin adımları yavaşlarken gülümseyerek birbirlerine baktılar. Genç kız, yavaşça onun kollarından sıyrılarak bir adım gerilerken Draco gülümseyerek arayı kapattı:
-En iyi danslar nasıl biter, biliyor musun?
Hermione’nin kaşları yukarı kalkarken onun konuşmasını beklemeden kendi kendine yanıtladı:
-Güzel bir öpücükle.

Genç kız, kendisine yaklaşan solgun yüzle kelimelerin bir daha tükendiğini hissederken, bundan hiçbir şikayeti yoktu. Draco, başını onunkine yaklaştırmış, genç kızın narin çenesini eliyle kaldırarak dudaklarına yaklaştı. Hermione son bir gayretle derin bir nefes alırken bir an sonra delikanlının dudaklarını hissetti. Ellerini onun göğsüne koyarak parmak uçlarında yükselirken bir an göz göze geldiler. Daha sonra dudakları aynı anda aralanarak birbirlerini karşılarken gözlerini de aynı uyumla kapattılar.

Hermione, onu nefesine hapsetmiş delikanlıdan çekilerek başını eğdi. Draco da başını eğerek göz teması kurmaya çalışırken genç kız mırıldandı:
- Gitmem lazım.
Draco, alnına dağılmış saçları tek elinin hareketiyle geri atarken mırıldandı:
- Gerçekten mi? Daha cazip önerilerde bulunabilirim.
Hermione tek kaşını kaldırarak onun çarpık gülümsemesine bakarken sordu:
- Demek öyle…
Delikanlı cüppesini giymeden kendini işaret etti:
- Bu okulda daha iyisini bulamazsın.
Genç kız, yanına yaklaşarak başını yana eğdi:
-O zaman ne yapmam gerektiğini ikimiz de biliyoruz.
Delikanlı, parlayan gözlerle onun hareketlerini izlerken Hermione biraz daha yaklaşarak kulağına fısıldadı:
-Dışarıya açılmam gerekecek.
Draco, ondan bu cevap dışında her şeyi bekliyorken bir an durdu. Bu sırada genç kız, gülerek geri çekilmiş, hızla sınıftan çıkarken gerideki tüm gücüyle bağırdı:
-Aklından bile geçirme.




Sessiz odada çekilen perdelerin sesi havayı yararken derin uykudaki delikanlı sağa döndü. Onun yanı başında durmuş Narcissa, Lucius’a dönerek sessiz olmasını işaret ederken adam bıkkın bir ifadeyle ona baktı. Bakışları en fazla birkaç saniye daha izin vereceğini söylerken kadın, ellerini yavaşça oğlunun saçlarında dolaştırdı.

-Draco. Draco, oğlum… Uyanmalısın.
Gözlerini zorlukla açan delikanlı ona bakarken Narcissa gülümsemeye çalışarak doğruldu. Draco da, eliyle destek alarak başını kaldırırken odanın gerisinde onu izleyen adamı-babasını- gördü. Şaşkınlığı artarken duyacağı cevaptan korkarak sordu:
-Ne oluyor?
Lucius, bastonuna sertçe yere çarparken yanıtladı:
-Bir seyahate çıkıyoruz.



Hermione, camındaki tıkırtıya uyanmış, esneyerek perdeyi çekerken onu bekleyen baykuşu gördü. Camı hızla açarak onu içeri alırken gri tüylerini elinin tersiyle okşayarak mırıldandı:
-Sonunda geldin, dün geceden beri cevabı yollamak için seni bekliyorum.
Kuş kehribar gözlerinde doğal olarak herhangi bir anlam okunmuyorken ilk kez dün karşılaştığı yabancının eline bir kağıt parçası bıraktı. Daha sonra kanatlarını açarak derhâl odadan çıktı. Hermione onun bu ani hareketinden irkilerek başını iki yana sallarken koltuğuna oturdu ve aceleyle yazıldığı her hâlinden belli satırlara baktı.


Bir süre haberleşemeyeceğiz. Kendine dikkat et.

D.


masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 32

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz