Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Yirmi İkinci Bölüm

Aşağa gitmek

Yirmi İkinci Bölüm Empty Yirmi İkinci Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 29th Ocak 2011, 19:34

Dört aya yakın bir zaman geçmiş son bölümün üzerinden, gecikme için özür diliyorum ve bir daha asla böyle bir ara vermeyeceğimizi belirtmek istiyorum. Büyük bir terslik olmazsa 23. bölümü bir hafta içinde yollayacağım.

Mükemmel bir bölüm değildi ama bu hikayeyi yarım bırakmak istediğim için zorla da olsa yazdım. Beklentileri yüksek tutmuyoruz onun için =)

Bölümün art’ı da Dilek’ten geldi. Buradaki nicki de Diğeri yanlış hatırlamıyorsam, kucak dolusu sevgiler ve binlerce teşekkürler yolluyorum ona bir kez daha bu muhteşem jesti için.

Bölümden önce-sonra ya da okuduğunuz sırada Crowded House’dan Fall At Your Feet’i dinleyebilirsiniz.

Keyifli okumalar…


Bölüm görseli


Sessiz Savaşlar



Draco, çalışma odasında oturmuş Lucius’u beklerken aniden açılan kapıyla başını çevirdi. Ziyaretçi, onu bu saatte burada bulduğunu şaşırmış bir şey söylemeden onu anlatmaya zorlarken Draco iç çekerek başını antika saatin durduğu köşeye çevirdi:
-Ani bir tatile çıkıyoruz da…
Severus, başını iki yana sallarken ilerleyerek karşısına oturdu:
-Maalesef, planlarınızın beklemesi gerekecek.
Delikanlı ona sebebini sormayacak kadar zeki ayağa kalkarak onu selamladıktan sonra sırıtarak dışarı çıktı. Onu neyin beklediğini bilmiyordu ama Lucius’un planının bozulması bile onun için yeterli bir mutluluk kaynağıydı.


Hermione, salondan yükselen konuşmalar odasına kadar ulaşmış, yatağında bir kez daha dönerken elindeki kağıt parçasını sıktı. Adresini bile bilmediği Malfoy Malikanesi’nde neler olduğunu merak etmekten kendini alıkoyamazken yüzünü yastığa gömerek ofladı. Kapısı o anda telaşlı bir Ron tarafından açılırken başını kaldırarak delikanlıyı süzdü:
-Birinin sana kapı çalmayı öğretmesi lazım, cidden.
-Hermione, Profesör Dumbledore burada.
-Ve?
-Harry’le birlikte gidiyorlar. O da şimdi odasında, hazırlanıyor.
Hermione, yorganını attığı gibi ayağa kalkarken Ron’la birlikte dışarı koştu. Merdivenleri hızla çıkarlarken genç kız kapı çalmak konusundaki tüm öğütlerini unutmuş, içeri daldı. Elindeki kitabı sandığının içine atan Harry dönerek onlara bakarken Ron kapıyı usulca kapatarak yatağına ilerledi. Oturmak genç kızın aklındaki en son şeyken kollarını kavuşturarak karşısındaki delikanlıya baktı:
-Bize anlatmak istediğin bir şeyler var mı, Harry?
Harry gülerek eline çarpan bir çift çorabı da sandığa fırlatırken konuştu:
-Biraz sakin ol, Hermione. Bütün sene Profesör’le hortkuluk peşinden gitmedik mi?
-Bu şekilde değil…
Ron konuşmaya aniden katılmış, delikanlının sandığını işaret ederken Harry omuz silkti:
-Profesör’ün isteği bu, Hogwarts’a dönüyorum.
-Hiçbir öğrenci okul açılmadan geri dönmez.
Harry iç çekerek ellerini iki yana açarken Hermione gerçekten endişeli, yanına giderek kolunu sıvazladı:
-Başka bir şey söylemedi mi?
Delikanlının boş bakışları yeterli bir yanıt olurken Hermione gözlerindeki belli belirsiz tedirginlikle onları izleyen Ron’a baktı. İkisinin de Harry için duydukları endişe neredeyse elle tutulur hâlde, yapabilecekleri bir şey yok, sustular.


Narcissa, makyaj masasında oturmuş, saçını düzeltirken odanın girişine dayanmış Draco’yu görerek gülümsedi:
-Henüz hazır değil misin, Draco?
Draco, annesine yürüyüp omuzlarına tutunurken hafifçe eğilerek konuştu:
-Babamın planlarında bir değişiklik olacak, Severus az önce buradaydı.
Narcissa kaşlarını çatmış, kendisini izlerken yutkundu:
-Ne olduğunu biliyor musun?
Delikanlı başını iki yana sallayıp gidecek gibi olurken kadın omzundaki eli sıkıca tutarak fısıldadı:
-Hemen gitme.
Draco, onun sesindeki ince çaresizlikle olduğu yerde kalırken doğrudan aynaya baktı. Annesinin mavi gözlerinde biriken yaşları görse de hareket etmek nedense içinden gelmiyorken öylece durdu. Narcissa başını hafifçe yana eğerken oğlunu hâlâ aynadan izliyor, duyulmayacak kadar kısık bir sesle konuştu:
-Hiç değişmedin Draco. Farklı olduğunu düşünmek seni mutlu ediyor olabilir ama aynısın.
Onu uzun zamandır görmüyormuş gibi dikkatle bakarken devam etti:
-Hâlâ aynısın. Bakışların… Ona benzemek istemediğini biliyorum, ama sende babanı görüyorum sanki.
Draco’nun eli kasılırken Narcissa onun huzursuzluğunu anlamış, elini sımsıkı tutarak hafifçe gülümsedi:
- Ona bu kadar çok yüklenme. Bizim için senin düşündüğünden çok daha fazlasını yaptı. İnan bana.



-Tarih kesinleşti değil mi?
Severus, başını eğerek onaylarken koltuğundan kalkan Dumbledore ellerini arkada birleştirerek boş bir tablonun önünde durdu. Daha sonra dönerek iksir profesörüne gülümserken diğerinin yüzündeki hoşnutsuzluk apaçık, inatla o tarafa bakmayarak konuştu:
-Bu yaptığın büyük çocukluk, Albus.
-Bazılarımız buna kader diyor.
-Ya da kendi kendini öldürmek…
Yaşlı adam, tek elini çenesine götürmüş, kendisi için hazırlanan resim çerçevesini izlerken mırıldandı:
-Hâlâ ikinci seçeneği tercih ediyorum.
Severus, uzun zaman önce verilen çoğu kararın dönüşü olmadığını biliyor, ayağa kalkarken hafifçe öksürerek sordu:
-Potter bugün mü geliyor?
Albus, Harry’nin adını söylediği an Severus’un yüzünde beliren o kendine özgü ifadeyi her zaman eğlendirici bulmuş ve bunu kendine saklamışken gülümseyerek yanıtladı:
-Şimdiye kadar gelmiş olmalı.


Harry, yılın en sıcak günlerinde bile şaşırtıcı biçimde serin odada durmuş, pek alışık olmadığı bir manzarayı, boş bir Ortak Salon’u izliyorken yanındaki Dobby ellerini ovuşturarak konuştu:
-Harry efendimiz, yemek ister mi?
Delikanlı ellerini ceplerine koymuş, parmak uçlarında yükselirken yanıtladı:
-Teşekkürler Dobby. Şu an hiçbir şeye ihtiyacım yok.
-Dobby her zaman isteklerinize hazır.
Harry, kendisine sonuna kadar inanan küçük cinin kocaman gözlerindeki heyecana gülümsemekten kendini alamazken konuştu:
-Biliyorum Dobby ve bunun için minnettarım. Şimdi, kendi işlerinin başına dönebilirsin.
-Oh, hayır hayır. Yaptığınız her şey için Dobby size minnettar.
Bunun ardından kuvvetli bir şak sesinin ardından kaybolurken Harry “yaptığınız her şey için” kelimeleri kulağında yankılanıyor, eşyalarını yerleştirmek için odasına çıktı.



Boş koridorlarda ilerleyen genç kız, ne aradığını hâlâ bilmiyor ama içi tuhaf bir şekilde sevinç dolu yürüdü. Koridorun sonuna geldiğinde orada olduğunu daha önce hiç fark etmediği kapıya uzanarak içeri girdi. Bomboş bir sınıf onu karşılarken yavaş adımlarla odanın ortasına ilerledi. Burada tek duyulan adımlarının taş zeminde çıkardığı sesken gözlerini kapatarak durdu. O anda kapının kapanmasıyla hafifçe sıçrayarak geri döndü ve gördüğü delikanlıyla sevinç dolu bir kahkaha atarak ona koştu.

Draco, kollarını açmış sevgilisini beklerken Hermione onu ne kadar çok özlediğini şimdi bir kez daha anlamış hızlandı. Ona ulaşması bir saniye sürmez yine de ona yüzyıllar gibi gelirken kendini sorgusuz sualsiz ona bıraktı. Draco’nun güçlü kolları, şimdi onun güçsüz vücudunu hiç bırakmayacak gibi tutuyorken Hermione onun kokusunu içine çekerek gözlerini kapattı. Delikanlının göğsüne yaslanarak öylece dururken aklına gelen düşünceyle geri çekildi. Draco, yüzünde ona her seferinde gardını düşürten bir gülümsemeyle Hermione’yi izliyorken genç kız mırıldandı:
-Bu bir rüya…
-Bizim için fark eder mi?
Hermione, kafası alabildiğine karışmış sordu:
-Fark etmez mi?
Draco, bir an aşağı bakıp elini bulurken tekrar gözlerine bakarak konuştu:
-Sen ve ben… Sen ve ben birlikteyiz, yan yana, el ele. Bunun rüyada olması herhangi bir şeyi değiştirir mi?
Boşta kalan eliyle genç kızın alnına düşen saçları nazikçe düzeltirken başını hafifçe yana eğdi. Onun parmakları yüzüne değdiği an Hermione bir an titrese de şimdi Draco’yu anlamış, onunla beraber gülümsedi. Daha sonra parmak uçlarında yükselerek onu öpecekken kendisine seslenilmesiyle irkilerek geriye döndü.


-Hermione?
Genç kız, başını dayadığı koltuktan sıçrarken Ginny, elindeki çiçekleri bir köşeye bırakarak sordu:
-İyi misin sen?
Hermione bir yandan gülümsemeye çalışırken bir yandan da ayağa kalkarak gülümsedi:
-Dün gece çok iyi uyuyamadım, dalmışım.
Ginny başını sallarken odadan çıktı:
-Kendini bu kadar hırpalama.
Hermione bir tamam mırıldanırken derin bir nefes aldı. Omuzlarına dağılmış saçları hızla toplarken pencereye ilerledi. Temiz havayı ciğerlerine çekerek gevşerken bundan sonra sık sık düşüneceği rüyayı yeniden yaşıyor gibiydi.




Harry, yerleşmeyi sonunda bitirmiş, merdivenlerden inerken salonda onu bekleyen adamı görünce durdu. Kendisini toplaması bir saniyeden uzun sürmezken neşeyle konuşarak ilerledi:
-Profesör, beni beklediğinizi bilmiyordum.
Albus, kırmızı renkli bir yastığı köşeye çekerken Harry’e dönmeden konuştu:
-Burada konuşmamız daha iyi olur diye düşündüm.
Delikanlı da şöminenin karşısındaki koltuklara ulaşmış, Dumbledore’un kendisine işaret ettiği koltuğa oturarak arkasına yaslanırken yaşlı adam konuşmaya başladı:
-Aklında binlerce soru olmalı Harry. Şimdiye kadar sessiz kalman beni şaşırttı.
Harry, kendi kendine gülerken hafifçe öne eğilerek yanıtladı:
-Siz istemediğiniz sürece bir şey öğrenemeyeceğimi artık anladım sayılır.
Dumbledore dikkatle ona bakar ve dudak ucuyla gülümserken mırıldandı:
-Altı sene için hiç de fena değil, Harry.
Delikanlı başını öne eğerek övgüyü kabul ederken Dumbledore başını kapıya çevirdi ve o an içeri giren adamı gördüğünde az önceki neşesinden eser kalmamış Harry ayağa fırladı. Dumbledore böyle olacağından adı gibi emin tek bir hareketle delikanlının ani öfkesini engelledi. Severus, bir Slytherin’in nasıl olup da bu salona girdiği konusunda söylenen Şişman Hanım’ı geride bırakmış merdivenleri inerken dalgalanan pelerinini çıkartarak koltuğa attı. Potter’a en azından şimdi bakmamaya kararlı, okul müdürünün yanındaki koltuğa oturdu:
-Şu işi hemen bitirsek iyi olacak.
Albus başını yana eğerek koltuğu işaret etmiş, Harry’i oturmaya zorlarken delikanlı yumruklarını sıkarak oturdu. Harry gözlerini inatla Severus’a dikmişken Albus, ilk krizi çabuk atlatmanın verdiği rahatlıkla geriye yaslanarak konuşmaya başladı.


Yaz güneşinin taş duvarları tatlı bir turunculukla aydınlattığı koridorda kayarak ilerleyen Kafasız Nick, Gryfindor kalesinin önüne geldiğinde bağırışları duyarak kaşlarını çatarken durdu. Girişteki Şişman Kadın, portresinde kalmakla gitmek arasında epey bocalıyor gibi görünürken eğilerek selam verdikten sonra içeriyi işaret ederken kadın geriye bakarak öfkeli bir sesle konuştu:
-Ne olduğunu hiç anlamıyorum. Bir Slytherin’i içeri aldıkları yetmiyormuş gibi, bir de ortalığı ayağa kaldırdılar. İçerideki Profesör Dumbledore olmasa ben onlara yapacağımı bilirdim ama…
-Profesör de mi içeride?
Kadın onu onaylarken Kafasız Nick başını yerine oturtup duruşunu dikleştirerek yoluna devam etti:
-Eh, o zaman endişelenecek bir şey yok demektir.


-Nasıl endişelenecek bir şey olmaz!?
Harry, duyduklarına inanamıyor, başını ellerinin arasına alıp ne yaptığını bilmeden doğrularak pencereye ilerlerken arazinin görüntüsü duyduklarının gerçekliğini sanki bir kez daha yüzüne çarptı. Yine de bir umutla iki profesörüne dönerken konuşmanın başından beri inatla ona bakmamış Snape’in bu ısrardan vazgeçtiğini gördü. Onun yüzündeki ifadesizlik canını yakarken neredeyse ağlayacak hâlde, derin bir nefes aldı. Dumbledore onun şokunu çok iyi anlamış, sakinleşmesini beklerken delikanlı yanına gelerek konuştu:
-Bu bir oyun değil mi? Voldemort gene aklımla oynuyor.
-Harry…
Delikanlı bir adım geri giderken ellerini öne uzattı:
-Hayır.
-Otur yerine Potter!
Snape’in sabrı sonunda taşmış, bir hışım ayağa kalkarken konuştu:
-Buraya senin çocukça kaprislerini çekmeye gelmedik.
Harry, sonunda adamın gözlerinde insanlık belirtisi görmeye şaşırmış, Dumbledore’a baktı:
-Ona nasıl inanabilirsiniz Profesör. Sizi öldürüyor, görmüyor musunuz?
Severus’un gözleri büyürken elini asasına attı, o sırada Dumbledore ayağa kalkarak ikisinin arasında dururken ellerini açtı:
-Yeter! Harry, sana anlattım, Profesör Snape sana bu süreçte yardım edebilecek tek kişi. Bu işi ikiniz başaracaksınız.
-Sana bunun çok mantıksız olduğunu söylemiştim, Albus.
-Lütfen, Severus… En azından bizim sakin kalmaya ihtiyacımız var.
Adam başını belli belirsiz sallayarak yanlarından ayrılırken Dumbledore ellerini Harry’nin omzuna koyarak dikkatle ona baktı:
-Şimdi biraz dinlenmeye çalış, Harry. 3 saat sonra seni girişte bekliyor olacağım.
Albus’un dingin mavi gözleri onunkileri sanki delip geçiyor gibi gelirken Harry tüm söylemek istediklerini yuttu, o dinlememeyi seçtiğine göre söyleyebileceği ne kalmıştı?



Hayatın bir yolculuk olduğu söylenir hep. Kimisi için kısa, kimisi için uzun bir yolculuk…


Albus, çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla her zamanki gibi mavi seçtiği pelerinini düzeltirken bakışları aynadaki yüzüne takıldı. Gözleri kendini bildi bileli hiç değişmemiş, sadece yüzündeki kırışıklıklar onu bir kez daha şaşırtmıştı .


Bazıları mutlu bir yolculuk geçirir, keyifli. Herkes onlar gibi şanslı değildir ama, diğerlerine bazen sadece bedel ödemek kalır.


Severus, iksir şişesini rafa dikkatlice kaldırırken sol kolundaki ince sızıyı birkaç dakika daha da görmezden gelmeye kararlıydı. Ne yazık ki, acı gittikçe artıyor, kolundan tüm vücuduna yayılıyorken dişlerini sıktı, onu ayakta tutan tek şey, sonun çok yakın olduğunu biliyor oluşuydu. Kazanmak ya da kaybetmek önemli değildi, bazen biteceğini düşünmek bile ona güç veriyordu.


Sonunda ne beklediğini bildiğimiz bir yolda ilerlemektir hayat. Kimi zaman geride kalarak kimi zaman geride bırakarak…

Harry, onu nereye götürdüğünü çok iyi bildiği merdivenlerden olabildiğince yavaş inerken derin bir nefes aldı. Başını dimdik tutmuş, bundan sonra en ufak bir zayıflık belirtisi göstermemeye kararlı bakışlarla onu bekleyen profesörüne zorlukla da olsa bir gülümseme yollamayı başarmıştı.


Delikanlı, Profesör’ün yanına ilerlerken bakışları bunca zamandır yanında olan adamın üzerindeyken ona soracak bir sürü şeyin aklına dolduğunu fark etti. Onunla buradaki pek çok öğrenciden fazla zaman geçirmişti ama yine de onun hakkında bildiği o kadar az şey vardı ki…

Dumbledore, zamanın daraldığının farkında, Harry’i bekliyorken onun yüz ifadesinden aklının karışıklığını oldukça kolay anlayabiliyordu. Kendini şanslı görüyordu, en azından son planını başarıya ulaştırmak için Harry’e ihtiyacı vardı.


Hermione, oturduğu koltukta kollarını birbirine dolamış, Ron’u izlerken aniden sordu:
-Sence ne oluyor?
Ron, başını iki yana sallarken genç kız, bakışlarını ondan çekmiş, tül perdelerin arasından sızan turuncu ışıkları izleyerek devam etti:
-Bir türlü anlam veremiyorum.
Sesini alçaltırken koltuğundan kalkarak Ron’un yanına oturdu:
-Eğer hortkuluk için gittilerse neden Harry’nin Hogwarts’ta kalmasını istiyor?
Ron genç kızın gözlerindeki ürkekliği gördüğünde ona doğru eğilerek elini tutarken bilmediğini fısıldadı. Hermione, başını Ron’un omzuna dayarken gözlerini yumdu, tüm korkularına rağmen şu anda dostunun yanında olduğunu hatırlamak onu biraz olsun rahatlatmıştı.


Akşam rüzgârı günün sıcaklığını Harry’nin yüzüne vururken delikanlı kendini tutamayarak sordu:
-Ne kadar vaktiniz kaldığını biliyor musunuz, Profesör?
-Bunu kimse bilemez, Harry.
Bunun üzerine arazide bir süre sessizce ilerlediler. Hogwarts arazisinin dışına çıktıkları an, Dumbledore ona kolunu uzatırken Harry ona tereddütle ona tutundu. Yaşlı adam, yavaşça eğilip göz kırparken ekledi:
-Yine de şunu söyleyebilirim ki ihtiyaç duyduğun zamanlarda yanında olacağım.
Adam onun konuşmasını beklemeden dönerken bir an sonra cisimlendiler.



Harry, cisimlenmeyi ilk denediği günden beri alışamadığı boşluk hissinden kurtulduğuna memnun, çevresine bakarken geldikleri yeri gördüğünde şaşkınlıkla konuştu:
-Burası Voldemort’un o çocukları getirdiği yer değil mi?
Dumbledore hızlı bir baş hareketiyle onu onayladıktan kayaya bağlı kayığı çağırırken Harry o gün hissettiği ürpertiyi yeniden hissetmeye başlamış, etrafını süzdü. Etrafındaki her şeyi yutacakmış gibi görünen gri deniz, mevsime rağmen karanlık bulutlarla dolu bir gökyüzü, dalgaların çarptığı sarp kayalıklar… Gördüğü her şey anıdakiyle aynıyken aklındaki düşünceleri silmek ister gibi başını iki yana sallayarak kayığa bindi.


Karanlık mağaranın içinde ilerlerken Harry asasını öne uzatarak minik tepeciği aydınlattı:
-Bunu geçen sefer görmemiştik.
-Biliyorum.
Dumbledore, bu değişikliğe şaşırmış görünmüyordu. Kayığı dikkatlice tepeciğe yanaştırdıktan sonra toprağa basarken Harry’e onu takip etmesini işaret etti. Ortaya gelişigüzel konmuş gibi gözüken mermer kuş havuzuna yaklaşan Harry, ortasındaki işlemeli tacı gördüğünde heyecanla profesöre döndü. Yanındaki adam, düşünceli bir ifadeyle çenesini sıvazlayarak asasını uzattığı anda gri bir sıvı, bölmeyi doldurmaya başladı. Aynı anda yoktan varolan gümüş bir kadeh aniden havada belirirken Harry Dumbledore’un ona uzanan elini engellemek için atıldı, ancak bunda başarılı olamazken neredeyse yalvaran bir sesle konuştu:
-Profesör lütfen bırakın, bırakın, bunu ben yapayım.
Albus, ona bakmadan kadehi sıvıya daldırdığında Harry bir kez daha uzanmaya çalışır ancak gene engellenirken yaşlı adam yorgun bir sesle konuştu:
-Taca ulaşana kadar devam etmem lazım, bir noktadan sonra vazgeçersem sen zorlayacaksın, Harry. Anlıyorsun değil mi?
Harry kocaman olmuş gözleriyle başını iki yana sallarken Dumbledore sakince gülümsedi:
-Sana güvenimi boşa çıkartamazsın, Harry.
-Efendim, hayıır…
-Söz ver, Harry.
Ses tonundaki bir şeyler Harry’i kabul etmeye zorladığında neredeyse fısıltı hâlinde bir tamam mırıldanırken Dumbledore ilk yudumu aldı.

İki kadehin ardından hafifçe sarsılan Dumbledore, mermere tutunurken elindeki kadehi uzatarak tekrar doldurmasını işaret etti. Harry bunu yapmaya mecbur olduğunu biliyor, hızla doldurduktan sonra yeniden ona uzatırken yaşlı adamın yüzü daha da beyazlamış, birkaç dakika sonra yere çöktü. Harry, kadehi bir kez daha doldurarak eğilirken sıvıyı onun dudaklarına götürdü. Dumbledore sırtını dayamış, ona durması gerektiğini söylerken Harry bunu bitirmek için her şeyini vermeye razı, kadehi zorla onun dudaklarından boşalttı. Telaştan eli ayağına dolaşsa da geriye fazla bir şey kalmadığına gördüğünde biraz rahatlarken Dumbledore’u başından destekleyerek ne olduğunu bilmediği bu sıvıyı son kez içirdi. Daha sonra kadehi bırakarak taca uzanarak rahatlıkla alırken dengesini kaybeden adamı gördü, profesör şimdi yerde yatıyorken dizleri üstüne çökerken adama sarstı:
-Profesör bitti, gidebiliriz.
Birkaç saniye sonra mavi gözler ağır ağır açılırken Harry gülerek ona tacı gösterdi. Adamın dudakları da güçsüz bir gülücükle kıvrılırken Harry, onun doğrulmasına yardım etti. Önce onu kayığa bindirdikten sonra kendisi de hızla içine atlarken derin bir nefes aldı.


Dışarı çıktıkları an, derin bir nefes alan Harry Dumbledore’un su istediğini duyduğunda gözüne çarpan bir taşı kadehe çevirirken asasını uzattı:
-Aguamenti.
Ancak, hiçbir şey olmazken nedenini araştıracak vakti yok, hızla etrafına baktı. Tek seçeneğinin mağaradaki su olduğunu görürken hızla içeri koşturdu. Kadehi suya dokundurduğunda berrak bir sıvı dolarken derin bir nefes aldı. O anda suyun yüzeyindeki karaltıları fark eder ve aniden uzanan bir elle çığlık atarak gerilerken asasını çekecek gücü zor buldu:
-Stupefy!
Ne yazık ki büyüsü bir işe yaramazken ani bir kararla suyu boşverip koşmaya başladı. Dumbledore’un yanına ulaştığı an hızla geriye bakarken ona ilerleyen Yaşayan Ölüler’i gördüğünde kanı dondu. Yine de kendisini bırakmaması gerektiğini biliyor, Dumbledore’u zorla da olsa doğrultup tacı sıkıca tutarken cisimlendi.


Hogwarts arazisinin girişine cisimlendikleri an, Harry koluna yaslanan adamın ağırlığını daha fazla hissederken Dumbledore neredeyse fısıldayarak elini yakaladı:
-Şatoya kadar gelebileceğimi sanmıyorum.
Delikanlı onun güçsüzlüğünün farkındayken aklına gelen fikirle onu yavaşça yere bıraktı:
-Dobby!
-Harry efendi, beni mi çağırdı?
Eğik duruşu ve kocaman gözleriyle karşısında duran Dobby’i gördüğüne hiç bu kadar sevinmemiş Harry hızla yanıtladı:
-Profesörle beni şatonun içine, Hastane Kanadı’na kadar götürmen gerekli, Dobby.
Cin daha fazla dinlemeden bir elbette mırıldanırken ikisinin kolunu tuttu ve bir an sonra şak sesiyle hepsi görünmez oldu.


Harry, girişte olduklarını gördüğünde Dobby’e bakarken cin başını eğerek konuştu:
-Diğer katlar kilitlenmiş efendim, bu sabah böyle değildi.
Delikanlı, başını sallayarak onu Madam Pomfrey’i bulmaya yollarken Dumbledore’un iniltilerini fark etti. Tanıdık iç sıkıntısı kalbini yeniden sıkıştırırken düşünmeden diz çökerek adamın elini buldu. Buz gibi avucunu sımsıkı tutarken başını nazikçe kucağına yasladı:
-İyi olacaksınız, efendim. Merak etmeyin.
Albus, son gücünün kırıntılarıyla ağzını açtığında Harry onu daha iyi duyabilmek için başını ona yaklaştırdı:
-Bana verdiğin sözü… Sakın unutma, Harry.
Delikanlı onun gözlerindeki ışığın azaldığını görür ve avucunun daha da fazla soğuduğunu hissederken tamamen şokta mırıldandı:
-İhtiyacım olduğunda yanımda olacaktınız, siz bana söz verdiniz.
Albus bu ona acı verse de gülümsüyor, fısıldadı:
-Olacağım.
Harry, onun kendini kaybediyor olduğunu gördüğünde kalbi duracak gibi olurken çabası boşuna olsa da haykırdı:
-Yardım! Yardım edin bize!
Harry, yaşlı adamın başı dizlerinde, elini sımsıkı tutmuş, çaresizlikle etrafa baktı ve yardım aradı. Birkaç saniye de olsa umdu, bekledi. Sesini duyurabilmek için gücünün yettiğinden daha fazla bağırdı, çığlıkları boğazını yırtarak kalbini kanatırken gözyaşları o durduramadan daha fazla aktı. Boştaki eliyle sildi gözyaşlarını ve dingin mavi gözlerdeki ışıklar azalırken son bir gayretle yardım istedi. Ne yazık ki onun çığlıkları artık hiçbir yardımın kurtaramayacağı Albus Dumbledore’un gözlerindeki ışığın sönmesini engellemedi.

masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 32

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz