Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Yirmi Üçüncü Bölüm

Aşağa gitmek

Yirmi Üçüncü Bölüm Empty Yirmi Üçüncü Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 13th Şubat 2011, 23:27

Final öncesi son bölümümüz =)


Duvarlar Yıkılırken


Bazı duvarları yıkmak için bir adım yeter. Sadece bir adım, tabii cesareti olana...





Harry, artık gözyaşlarının kuruduğundan emin, derin bir iç çekti. Ne zamandır burada oturduğunu bilmiyordu, tek bildiği kollarını hiç bırakmayacak gibi sardığı adamın artık ondan çok uzakta olduğuydu. Delikanlı, gözlükleri bile ona ağır gelirken başını öne eğdi. Dakikalar ölüm sessizliğinde ilerliyor, Harry gücünün gittikçe azaldığını hissediyordu. Kuruyan boğazı canını yakmaya başlarken içinde büyüyen boşluk tüm enerjisini yok ediyordu.


-Potter!
Her zaman gururla taşıdığı soyadı kulağına bir uğultudan farksız gelen Harry, usulca başını kaldırdı. Karşısındaki adam, onu yüzündeki değişmez ifadeyle izliyor -bunu bu durumda bile başarabiliyorken- bir kez daha yutkundu.


Severus Snape, yaşadığı süre boyunca kanını donduran pek çok şey görmüş, bunlara tepki vermemeyi çok iyi öğrenmişken bir an bocaladı. Sararan yüzünü eğmiş Harry Potter, soluk yüzündeki hayatın çekildiği her halinden belli adamı sımsıkı sarmış, öylece duruyordu. Severus, yaşlı adamın öleceğini elbette çok iyi biliyordu ama bunu bilmesi ölümün ağırlığını hafifletmiyor aksine bir sürü pişmanlığa yol açıyorken başını iki yana salladı. Hayatında daha fazla pişmanlığa yer yoktu. Kararlı adımlarla delikanlıya yaklaşıp eğildiğinde temas kurup kurmamakta kararsız bir süre bekledi. Harry, onun hareketlerinin farkında değil gibi, gözlerinde şimdiye kadar hiç görmediği büyük bir boşlukla Dumbledore'u izliyordu. Severus, onun gömleğinin arkasına saklanmış berelenmiş kolunu tutarak tutuşunu gevşetirken Harry adamın dokunmasıyla sersemlemiş, başını kaldırdı.

Hızını arttıran rüzgâr, beklenmedik fırtınanın habercisi olduğunu belli ediyor ve şatonun duvarlarına çarpıyorken, göz göze geldiler. Severus, ilk defa ne düşündüğünü anlayamadığı delikanlının gözlerine baktığında bir an şaşırdı. Onu gördüğü ilk andan beri nefret ettiği siyah saçlar, kendini bildi bileli aşık olduğu yeşil gözlerin üzerinde dağınık dururken Harry inatçı, bakışlarını çekmedi. Derin bir nefes alan iksir profesörü kendine işkence ettiğini bilse de Lily'nin gözlerine her zamankinden fazla ihtiyacı var, bakışlarını indirmeden Harry'nin eline uzandı.

Harry, soğuk parmakları elinde hissettiği an itiraz etmek istese de tüm çığlıklarını bir kez daha yutuyor, dişlerini sıktı. Adamın simsiyah gözleri, bu defa nasıl oluyorsa ona olan tereddütünü siliyor ve soğuk eller her şeye rağmen onu ısıtıyorken Dumbledore'un kolundaki elini gevşetti. Bakışları hâlâ adamın gözlerinde aklını şimdi biraz olsun toplayabiliyordu. Severus’un serbest bıraktırdığı elleri şimdi iki yanında, Harry onun bir sonraki tepkisini bekledi. Severus şimdi Albus’un başını yavaşça onun kucağından çekiyor ve delikanlıyı tamamen serbest bırakıyorken onu şimdiye kadar mahrum ettiği bir sesle konuştu:

-Git ve dinlen.
Her zaman tükürür gibi söylenen soyadı bu defa kullanılmamış, Harry titreyen bacaklarıyla doğruldu. Onu izleyen adama son bir bakış attığında, yerde yatana bir daha bakacak gücü olmadığını biliyor, gözlerini kapattı. Dudakları acı bir tebessümle kıvrılırken başını dikleştirdi, ne yazık ki vedalaşma konusunda hiçbir zaman iyi olmamıştı.



Gecenin karanlığı, her yeri sarmaya başlamış ama bu onun zerre kadar umrunda değilken Pansy geride bıraktığı eve son bir bakış attı. Yeni yanmaya başlayan ışıklar, oraya olduğundan sıcak bir hava veriyor ve genç kız, bunun büyük bir yanılgı olduğunu farkında, derin bir nefes aldı. Uykusuzluktan acıyan gözlerini ilerideki göle dikerken bakışlarını dikleştirdi. Şimdi onu Hogwarts’ı hatırlatacak şeylere her zamankinden fazla ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyorken yorgun adımlarla ilerledi.



Her zamankinden sıcak bir bahar günü, iksir sınavından çıkmış altıncı sınıflar, bahçeye neredeyse akın etmiş, klasik bir iksir sınavının izlerini silmeye çalışıyorlardı. Öğrencilerin uğultusu her yanı sarmış ama yine de bu ses kimseyi rahatsız etmiyorken Pansy, önünde ayağı takılan Hufflepuff öğrencisine gözlerini devirerek yürümeye devam etti. Güneş ışıkları, gölün sularını hiç olmadığı gibi berrak gösterirken sonunda Blaise’le Draco’yu görmüş, yanlarına oturdu. Blaise’in yüzü beş karışken Pansy onun kafasını sınava taktığının farkında, omzunu onunkine vururken konuştu:
-Haydi, sıkma canını.
Blaise, önündeki çimleri dalgınca yoluyor, Draco son bir gayretle denedi:
-Gerçekten, sonunda Slytherin’sin, adamın seni bırakacak hali yok.
Pansy, iki eliyle yere bastıran delikanlıya uyarıcı bir bakış fırlattıktan sonra ekledi:
-Kaldı ki o kadar kötü bir not olacağını hiç sanmıyorum, Blaise.
Draco, Pansy’e yalandan yüzünü buruşturuyor ve tabii ki bu tepkisi bir saniyeden uzun sürmüyorken genç kız aralarının sonunda düzelebilmiş olmasından mutlu gülümsedi. Delikanlı da onun yüzündeki mutlu ifadeye göz kırparak kollarını iyice gererken bir maçın bahsini açıyor ve Blaise sonunda konuşmaya dahil olabiliyordu.

Pansy, ne zamandır dalmış olduğunun farkında değil, ona masal gibi gelen kelimeler sonunda biterken başını kaldırdı. Blaise ve Draco da başlarını dikleştirmiş, gölün karşısına bakıyorlardı. Pansy, ayaktaki üçlüyü gördüğünde ani sessizliğin nedenini anlamış, Granger’ın Potter’ın kravatını gevşeten ellerini izledi. İçinde yükselen ani öfkeyi bir yutkunmayla geçiştirirken onların yerleştiğini fark etti. Nedense oturmadan önce Potter sahte bir reveransla eğilip saçları omuzlarına dağılmış kızın elini öpüyor ve cevap olarak bir kahkaha alıyorken Pansy oturduğu yerde dikleşti. Yeni gelenler sonunda oturduklarında Blaise konuştu:

-Sahi, çıkıyor mu onlar?
Pansy, kaşlarını çatarak ona dönmüş cevapladı:
-Sanmıyorum.
Blaise, başını yana eğmiş, dudaklarını bükerken genç kız ona baktı:
-Neden inanmıyor gibi gözüktüğünü sorabilir miyim, Blaise?
Delikanlı cevap verneden omuz silkerken Draco öksürerek doğruldu:
-İçeri girelim.
Tek bir hareketle zorlanmadan ayağa kalkmış, tek elini Pansy’e uzatırken genç kız da ayağa kalktı. Bu sırada gölün karşısındaki delikanlıya bir daha bakmamaya kararlıyken onun kaçamak bakışlarını da fark etmedi.



Zaman, o gün Pansy’i bile şaşırtan bir hızla ilerlemiş, sonunda öğrenciler birer birer binalarına çekilirken genç kız, boş koridoru kontrol ederek uçarcasına ilerledi. Bahçeye açılan merdivenlere geldiğinde, üstündeki tozları umursamıyor sessizliği minnetle karşılayarak oturdu. Bakışlarını yıldızlarla dolu gökyüzüne çevirerek kollarını kendine doladığında aniden yanına oturan Harry’le irkildi:
-Ne yapıyorsun burada?
Delikanlı, bahçeyi izliyor, ona bakmadan omuz silkti:
-Sen ne yapıyorsan onu.
Pansy, onun kendisine yaklaşan ayak seslerini hiç duymamış, kaşlarını çattı:
-Ben neden geldiğini duymadım?
Harry, şimdi ona dönmüş, sırıttı:
-Kulağında bir problem olabilir belki.
Pansy, onun niyetini anlamış oflayarak başını tekrar geceye çevirirken sinirlendiğini bu defa belli etmemeye kararlıydı. Yanındaki delikanlı da hiçbir şey söylemiyorken ikisi de sustular.

-Neden mutsuzsun, Parkinson?
Genç kız, yanındaki delikanlının varlığını neredeye unutmuş bir anlığına afallıyorken başını ona çevirdi. Harry’nin bakışları bu defa onunla buluşmuş, genç kız gözlüğün arkasına saklanmış gözlere baktı:
-Nereden çıktı mutsuz olduğum?
-Mutlu olsan burada olmazdın.
Pansy, onun yüzündeki samimiyeti gördüğünde onu işaret ederek konuştu:
-Sen neden mutsuzsun peki?
-Eh, beni öldürmek isteyen bir adamla uğraşmak zorundayım.
Pansy, büyük içtenlikle söylenen cümleye gülümseyerek delikanlıya hak verirken bir şey söylemedi. Harry, şimdi gözlerini kısmış, onu daha da dikkatli izlerken konuştu:
-Cevap vermiyorsun ama ben tahmin edebilirim.
-Kalsın Potter, şu anda dinlemeye hiç ihtiyacım yok.
Cümle ağzından büyük bir acımasızlıkla çıktığında Pansy bir anlığına pişman olsa da Harry muhtemelen bundan daha büyük acımasızlıklarla karşılaşmış, sola döndü. Genç kız, bir anda ona arkasını dönen delikanlının ne yaptığını anlamamış, onun yan taraftan kopardığı gülü gördüğünde şaşırırken sordu:
-Neden kopardın?
Harry şimdi önüne dönmüş kollarını dizine dayarken elindeki çiçeği çeviriyor, yanıtladı:
-Diğerlerinin daha iyi gelişmesi için.
Pansy, onun bu akşamki davranışlarına anlam veremiyor, ne zaman vermiş olduğunu da sorgulamıyorken iç çekti. Şimdiye kadar sessizliği bu kadar huzurlu hissederek kimseyle paylaşmamışken bu keyfi olabildiğince uzun yaşamaya kararlıydı.




Harry, ayaklarını zorla sürüyor, kendini yatağına attı. Elini kaldırmaya bile mecali olmadığını hissediyorken kalbi yerinde sanki kocaman bir boşluk büyüyormuş gibi geliyordu. Yorgun başını dayadığı yastık, taş gibi sert canını yakarken gözlerini tavana dikti. Derin birkaç nefes alarak kollarını iki yana bırakırken gözlerini yumdu, dışarıdan bir yerlerden gökgürültüsünün sesi ona ulaşıyor ve belki de ilk defa onu biraz olsun ürkütmüyordu.



Pansy, sonunda göle ulaşmış, kollarını kendine dolarken bakışlarını belli belirsiz seçilen gri bulutlara kaldırdı. Bu durum canını sıkarken bu gece yıldızları görebilmeyi sanki her şeyden çok istiyor, şansına lanet okudu. En son ne zaman istediği bir şeye sahip olabildiğini bile hatırlamıyorken içindeki kızgınlığın büyüdüğünü hissediyordu. Hayatından bir türlü silemediği mutsuzluk aklına gelirken ne anlamı olduğunu düşündü. Tüm bu sıkıntı, gözyaşı, çaresizlik… Hepsi ne içindi?

Genç kız, derin bir nefes alarak kollarını gevşetirken göle takıldı gözleri. Karanlık sular, ay ışığının altında belli belirsiz parlayarak genç kıza en cazip teklifi sunuyor gibiydi. Kalbi nedense şimdi hızlı çarpmaya başlamış, bir adım attı. Gerilen vücudunu gevşetmek için yavaşça gerinirken ayakkabılarını iki hamlede çıkardı. Ayakları şimdi toprağa basıyor, güneşin altında bile canlı durmayı başaran çimleri eziyorken gözlerini kapattı. Her şeyden kurtulma düşüncesi şimdi ona her şeyden güzel geliyorken kalbi sonunda biraz daha yavaş çarpıyor, gözlerini yeniden açtı. Bıraktığı hiçbir şey değişmemiş, zaten Pansy de değişmesini beklemiyor, bir adım daha yaklaştı göle. “Şimdi.” dedi kendi kendine. Şimdi herkesi geride bırakma zamanıydı. Genç kız, siyah saçlarını zapt eden tokayı usulca çözerek yere attı. Gölle arasındaki son adımda sol ayağında hissettiği acıyla bir an durakladı. Başını eğdiğinde bastığı gülü görürken belli ki onun dikeni canını bu kadar yakmış, yere çöktü. Çiçeği eline alırken aklında aylar öncesinde kalan o gece, ne yazık ki kalbinde o zamandan fazla mutsuzluk taşıyor, omuzlarının çöktüğünü hissetti. Pansy içindeki zehrin büyüdüğünü hissediyorken, bugüne kadar ağlamamak için kendini tutmuş, avucunu sımsıkı kapattı. Dikenler şimdi eline batıyor, acıdan gözleri doluyordu. Genç kız, sonunda ağlayabilirken hayretle fark etti, sonunda biraz nefes alabilmişti.





-Teşekkürler, Dobby.
Ev cini, kocaman gözlerinde büyük bir minnet ifadesiyle ona verdiği her hizmetin kendisi için büyük bir zevk olduğunu söyledikten sonra şak sesiyle ortalıktan kaybolurken Harry kapıyı yavaşça açtı. İçerideki adam, zaten onun gelmesini bekliyor, derhal ayağa kalkarken delikanlı ürkek bakışlarla odada göz gezdirdi. Burada Dumbledore’un eşyaları hiç değişmemiş, yerlerinde duruyorlar, tek değişiklik başbaşa kalmış Snape ve Potter’ken ,Snape ona kapıyı kapamasını işaret etti.

Delikanlı, kapıyı kapatmış henüz ona dönmezken Severus konuştu:
-Her şey yolunda mı, Potter?
Harry, onun nasıl olduğunu en fazla bu şekilde soracağını elbette iyi biliyor, başını sallarken adam işlemeli tahta dolaptan Düşünseli’ni çıkartarak ona yaklaşmasını söyledi. Harry tereddütlü adımlarla masanın başına geliyor, ne yapması gerektiğini bilemiyorken bakışlarını adama çevirdi. Severus her zamanki ifadesiz yüzüyle sadece bir an ona bakıp başını eğerken Düşünseli’ni işaret etti:
-Öğrenmen gereken pek çok şey var, Potter ve benim söyleceklerimin seni tatmin edeceğini sanmıyorum.
Harry konuşacak gibi olurken elini kaldırarak devam devam etti:
-Ki bunun umrumda olduğunu söyleyemem.
Delikanlı içinde yükselen gülme isteğine şaşırarak Düşünseli’ne eğilirken adam asasının ucuyla gri dumanı karıştırır gibi duruyordu. Bir an sonra asanın hareketi dururken Harry de zamanın geldiğini anlamış, iyice eğilerek kendini boşluğa bıraktı.


Harry, ona bir şekilde huzur veren boşluk hissi sona ererken yeniden Dumbledore’un odasında gözlerini açtı. Daha bir gün önce, tüm cansızlığıyla kollarının arasında yatan adam şimdi eski yerinde, kollarını çenesinin altında birleştirmiş Severus’u izliyordu. Delikanlı, yanında sessizce duran adama baktığında Dumbledore konuşmaya başlarken Harry aceleyle anıdaki iki adama döndü.

-Nagini dışındaki tüm Hortkuluklar yok edilene kadar Harry bir şey bilmemeli, Severus. Zamanı geldiğinde ona her şeyi anlatacak sensin.
-Ona neyi anlatacak olan benim, Albus?
Harry, onun sabırsız ses tonunu belki de ilk defa duyuyor, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Dumbledore, belli ki huzursuz, gözlerini kapatırken ellerini indirdi:
-Voldemort’un saldırdığı o gece, Öldüren Lanet ona geri döndü, Severus. O bunu asla planlamamıştı tabii ama ruhunu son kez parçalamış oldu ve o parça onu son ana kadar koruyacak tek canlı ruha tutundu.
Severus’un gözleri büyüdüğünde koltuğa yaslanırken Dumbledore devam etti:
-Lord Voldemort’un bir parçası Harry’le yaşıyor. Aralarında sebebi bir türlü anlaşılamayan bağlantının sebebi, Harry koruduğu sürece Lord Voldemort’un asla ölmemesini sağlayan bu ruh parçası.
Sesler sanki kayboluyor, oda etrafında dönmeye başlıyorken Harry bir adım geri gitti. Taş duvara yaslandığında ellerinin ateşi biraz olsun sönerken zorlukla başını dikleştirdi. O sırada anıdaki Severus ayağa kalkmış, bir şeyler söylemeye hazırlanırken delikanlı aniden yanında beliren adamla irkildi. Onun tepkisi Severus’un umrunda değil, kolundan sertçe çekerken ikisi de yükselerek Düşünseli’nden çıktılar.

Odada belirdikleri an, Harry ne yaptığını bilmeden kolunu adamdan kurtarırken yutkundu. Kalbi, onun için planlanın aksine deli gibi çarparak herkese sanki meydan okuyorken Severus konuştu:
-Potter…
Delikanlı hiçbir zaman onun sözünü dinlememiş, başını iki yana sallayarak onu hayatında ilk defa engellerken geri dönerek dışarı çıktı. Hissettiği tüm dehşete rağmen kapıyı yavaşça kapadıktan sonra koşmaya başladı, nereye gideceğinin bir önemi yoktu. Onun yolunun sonu çoktan belli olmuştu.





“Babamın planı iptal oldu. Seni görmem lazım. Yarın saat üçte, Flourish&Blots’da.”

Cebindeki kağıdı bir kez daha yoklayan Hermione kıvrıla kıvrıla uzanan dar sokakta ilerlerken başını dikleştirdi. Diagon Sokağı’nda gün her zamanki gibi ilerliyor, işlerini bitirmek için oradan oraya koşuşturan insanların sesi her yanı sarıyorken genç kız, gözlerini kısarak gitmesi gereken kitapçıyı seçti. Adımları hızlanmış, saçları savruluyorken tanıdık bir yüz görmemek için durmadan dua ediyordu. Sonunda istediği yere ulaşmış, kapıyı açarak dışarıya kıyasla serin dükkana girdi. Loş kitapçıda bir iki kişi var, onlar da raflar arasında kendilerini kaybetmiş gibi duruyorlarken genç kız, telaşla üstünü düzeltti.

Çanlı kapının sesini duyan delikanlı başını kaldırırken elindeki kitabı bıraktı. Gözlerini kısarak rafların arasından yeni gelen kızı izlerken alnına düşen saçı geriye itmeye lüzum görmedi. Dudağındaki gülümseme o fark etmeden yerini buluyorken parmağının ucuyla bir kitabı itti, işte şimdi görüşü netleşmişken keyfinin arttığını hissetti.

Hermione, bir an olduğu yerde dönerken nereye gitmesi gerektiğini düşündü. Kalbi nedense daha hızlı çarpıyor, belki de onu bekleyen dakikaların farkındayken yüzündeki gülümsemenin büyüdüğünü hissediyordu.

Draco, saçlarını tek omzunda toplamış kızın yüzündeki kocaman gülümsemeyi gördüğünde onu ne kadar çok özlediğini belki de yeni yeni kavrıyor, sabırsızlıkla önüne döndü. Onun görüş alanına girmesine birkaç adım kalmış olsa da önünde miller uzanıyormuş gibi hissediyordu.

Genç kız, adım atmakla atmamak arasında bocalıyorken bir anda karşısında beliren delikanlıyı gördüğünde gözleri büyüdü. İkisi de şimdi birbirini izliyor, Hermione dün gece ondan aldığı not gerçek mi yoksa gene bir rüyanın içinde mi, merak ediyordu. Aynı anda birbirlerine doğru bir adım attıklarında bu loşlukta bile parlayan gri gözler onunkilerden ayrılmıyorken yutkundu. Delikanlı vedalaştıkları günden beri değişmemiş, belki biraz daha yorgunmuş gibi duruyorken genç kızın ne düşüneceğini bilemiyor, neyse ki birkaç adım sonunda şimdi aralarındaki mesafe neredeyse tamamen kayboluyordu.

Draco, genç kızın kulağına eğilirken onun yasemin kokusu sanki başka bir dünyanın kapısını aralıyor, fısıldadı:
-Beni takip et.
Hermione, onun nefesiyle ürpermiş, ürkek bakışlarını ona kaldırdı. Delikanlı gülümsemesini hiç bozmamış, göz kırptıktan sonra dikleşerek arkasını döndü. Hermione, geriye baktığında kimsenin olmadığına emin olup onu izlerken yana açılan kapıya geldiklerini fark etti. Draco kapıyı hiç zorlanmadan açıp ona dışarısını işaret ettiğinde sonunda nerede yalnız kalabileceklerini anlayan genç kız derin bir nefes alarak dışarı çıktı.


İki binanın arasındaki sokak, içerideki loşluğu taşıyor ve en önemlisi gözlerde uzak oluşuyla onlar için bir cennet yaratıyorken Draco, genç kızı kendine çekti. Hermione kolları onun omzuna dolanmış, Draco’yu izlerken ikisi sanki şimdi kendilerini buluyordu. Delikanlı kollarında hissettiği ince bedenle içinde yükselen hissi tanımlamakta yine zorlanıyor, genç kıza eğildi. Onun bu hareketiyle iki sevgilinin dudakları uzun bir aradan sonra gene buluşuyor, aradaki tüm yabancılık bir anda siliniveriyordu.

Draco’nun nefesiyle sersemlemiş Hermione, yüzündeki gülümseme onu gördüğü ilk andan beri silinmemiş, başını biraz geri çekti ve tek eliyle delikanlının solgun yüzünü kavrayarak sordu:
-İyi misin?
Draco, dikkatle yüzünü inceleyen genç kızın yormayan ilgisine minnettar, yanıtladı:
-İyiyim.
Hermione’nin ikna olmadığı gözlerinden belli, tek kaşını kaldırırken Draco ısrarcı, konuştu:
-İyiyim dedim ya, her şey yolunda.
Hermione’den bir cevap gelmiyor, Draco başını eğdi:
-İstersen ispatlayabilirim.
Gri gözlerdeki imayı çok iyi anlayan Hermione, onun neşesiyle sanki daha mutlu, bir kahkaha daha atarken Draco konuşmayı şimdilik bitirmiş, onu kendine biraz daha yaklaştırdı. Genç kız, bu defa başını onun göğsüne yaslamışken sımsıkı sarıldılar. Hermione’nin içi sıcacık olmuş ve gerçek sihrin anlamını şimdi kavrıyor, gözlerini kapattı.




Harry, ne zamandır burada oturduğunu bilmiyor, bacaklarını koltuktan sarkıttı. Başını yorgunca geriye yaslarken düşündü, Dumbledore onu şaşırtmış mıydı? Belki… Harry şimdi düşününce her şeyin nasıl da birbirine bağlı olduğunu daha net görüyordu. Her şey nasıl da birbirine uygundu. Dumbledore’un ona olan ilgisi, eğitmek için gösterdiği çaba… Hepsi onu hazırlamak içindi. Hepsi onu Harry’i ölüme götürecek yol için gerekliydi.

Delikanlının gözleri kapanırken adamın onu nasıl da iyi tanımış olduğunu düşündü. Harry, Dumbledore’u sadece onun izin verdiği ölçüde biliyordu, oysa o… Oysa Dumbledore, Harry’nin Voldemort’a engel olmak için tereddüt etmeden kendini öldürteceğini çok iyi biliyordu. Bu düşünceler içinde boğulurken birden uğruna Sirius’u kaybettiği kehanet geldi aklına, biri ölmeden diğeri yaşayamaz… Belki bu konuda bir düzeltme yapmak gerekliydi, ikisi de yaşayamaz.

masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 32

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz