Bizim Hikayelerimiz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Yirmi Dördüncü Bölüm

Aşağa gitmek

Yirmi Dördüncü Bölüm Empty Yirmi Dördüncü Bölüm

Mesaj tarafından masalcı 19th Haziran 2011, 01:51

Dört aydan sonra yeni bölüm =) Bekleme için çok üzgünüm ama okulun doğal olarak hikayeden önce geldiğini söylemiştim daha önce. 24. Bölüm final olacaktı aslında ama arkasından gelecek itirazları şimdiden okumuş gibiydim ve açıkçası ben de düşündüğüm yerde bırakmak istemedim hikayeyi. Uzun lafın kısası, 25. Bölüm final olacak.

Ayrıca, bu bölümü okumadan önce ya da sonra Hot Chelle Rae’den Last One Standing’i muhakkak dinleyin bence.

Unutmadan, araya dört ay girince tüm güvenimi kaybetmiştim kendime. Blizzard ve AlisaSamira neyse ki o ruh halinden kurtardılar beni. Koray ve Ezgi buradan size kucak dolusu sevgi ve teşekkürler, siz olmasanız devam edemezdim hikayeye.




[size=12pt]Yolun Sonu[/size]

İnsan öleceği zaman değil, ölebileceği zaman ölür.
Gabriel Garcia Marquez


Gri bulutlar gökyüzünü sarmış, ışığa yer bırakmazken okul arazisinin dışındaki adam bakışlarını şatodan ayırmadan bir adım attı. Pelerini rüzgarla dalgalanırken renksiz dudakları çirkin bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Asasını elinde tembelce çevirirken zafer anına yakın olduğunu hissetmeye başlıyordu. İçinde yükselen öfke onu hemen harekete geçmeye zorluyor olsa da her zamanki gibi planını hazırlamış, sola döndü. Sağ kalan çocuğun son saati henüz gelmemişti.


Harry’nin bundan sonra ne yapması gerektiğine dair düşünceler zihnine dolmuş, sanki soluduğu havayı ağırlaştırıyordu. Snape’le konuşması gerektiğinin farkında ayağa kalkarken ani baş ağrısıyla bir an durdu. Tüm sinirleri gerilmişken gözlerini acıya rağmen açık tutmaya çalıştı. Elleriyle şakaklarını ovarak ilerlerken Voldemort’un artık çok yakında olduğunu anlamıştı.


Hermione, Kovuk’a girdiği anda evdeki telaşlı havayla kaşlarını çatarken ona doğru yürüyen Ron’a döndü. Delikanlının gözlerinde üzüntüyle karışık bir ifade okusa da ne olduğunu tam olarak çıkartamazken çantasını usulca köşeye bıraktı. Ron telaşla yanına geldiğinde Hermione’nin omuzlarını kavrayarak ona eğildi:
-Tanrı’ya şükür, iyisin.
Genç kız, aniden tatsız bir hisle dolarak yutkunurken delikanlı devam etti:
-Voldemort, Hogwarts’a saldıracak Hermione, Yoldaşlık üyeleri okula gidiyor.
Hermione’nin omuzları o anda düşerken mavi gözlerdeki anlamı şimdi kavramıştı. Korku…


-Neyse ki döndün Draco.
Narcissa kollarını açmış ona ilerlerken delikanlı bir an şaşırdı. Köşede durmuş, onları izleyen Lucius asasını alarak ayağa kalktığında bir şey söylemeden odayı terk ederken kadın konuştu:
-Lord, bugün Hogwarts’a saldırıyor.
Draco’nun gözleri büyüdüğünde bunun ne anlama geldiğini düşünürken yutkundu:
-Nasıl?
Narcissa, oğluna dikkatle bakarak sorunun cevabını bilerek vermiyor, konuştu:
-Ben de babanla gidiyorum Draco.
-Hayır…
Kadının gözleri belli belirsiz dolarken onu kendine yaklaştırarak devam etti:
-Lord’un emirlerine karşı gelemeyiz. Lütfen aklım sende kalmasın Draco, dikkatim asla dağılmamalı, anlıyorsun değil mi?
Delikanlı, o anda ne derse desin annesinin gidişine engel olamayacağını hissederek kabul ettiğini mırıldanırken Narcissa kollarını ona doladı. Sımsıkı sarıldığı oğlundan ayrılmak, en büyük cezalardan biri gibi gelirken onu tekrar görmek istiyorsa gitmek zorunda olduğunun farkındaydı.


Harry, hızla ilerlerken aklında yapılması gereken binbir şeyin düşüncesi var, sola döndü. Ne zaman saklanmaya çalışsa onu yakalayan adamı, en çok aradığı zamanda nedense bulamıyorken şansına bir kez daha lanet edecekti ki duyduğu sesle olduğu yerde durdu.
-Potter?
Delikanlı, Snape’in onu süzen bakışlarını meydan okumayla karşılıyorken konuştu:
-Nagini ne olacak?
Profesörün kaşları havaya kalkmış, bir yanıt gelmezken Harry devam etti:
-Yani Nagini… Nagini benden sonra yok edilmeli.
Adam belli ki bunu çok önceden düşünmüş, başını eğdi:
-Lord, okulda kalmamı istiyor. Vakti geldiğinde Nagini’yle ben ilgileneceğim.
“Vakti geldiğinde…” Harry, Snape’in kelime seçimlerine gülmek istese de kasları artık ona itaat etmiyorken sustu.


Pansy, bugün daha da karanlık gözüken merdivenlerden çıktığında doğrudan sola döndü. Ayak sesleri yumuşak halıda boğulurken acelesinden yüzü kızarmış, derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Sonunda koridorun sonundaki odaya geldiğinde içeriden yükselen sesin sahibini tanımış, içeri girdi.
Draco elleri ceplerinde, kapının açılmasıyla döndüğünde Pansy’i karşısında buldu. Blaise sanki onu bekliyormuş gibi gülümserken karşısındaki Draco belli ki onu gördüğüne şaşırmıştı. Blaise saniye sektirmeden ayağa kalkarken gülerek konuştu:
-Üçümüz de gidiyoruz o zaman.
-Bir dakika… Pansy’nin de bizimle gelebileceğini nereden biliyoruz Blaise?
Pansy o ana kadar ne mazeret uyduracağını hiç düşünmemiş ne diyeceğini bilemeden Blaise’e döndü, delikanlının gözlerinde ışıklar yanıyor, gülerek yanıtladı:
-İkinizin de ne için oraya gittiğini biliyorum Draco, endişe etmene gerek yok.
Draco gözlerini kısmış genç kızı işaret ederken bir kez daha sordu:
-Tamam beni biliyorsun ama Pansy? Bizim tarafımızda olduğuna emin misin?
Blaise başını eğmiş Pansy’e dikkatle bakarken dudak büktü:
-Yanıldığımı sanmıyorum Draco. İkinizin sandığınızdan daha çok ortak noktası var.
Pansy ikilinin arasındaki konuşmalardan hiçbir şey anlamıyorken tek derdi Hogsmeade’e gidebilmek, derin bir nefes aldı. Ölüm Yiyenler ve destekçileri dışarıda okulu ele geçirmek için beklerken o ne yapıp edecek, okulun içine ulaşmanın bir yolunu bulacaktı. Aklından bu düşünceler geçerken Draco’nun bakışları yeniden üstüne çevrildi. Bu sırada Blaise Draco’nun omzuna tek elini koymuş, yavaşça konuştu:
-Potter’a gidecek, Draco.
-Ne!
Pansy ve Draco aynı anda haykırmışken Blaise bir adım geri giderek elini havaya kaldırdı:
-Hey! Sakin olun.
-Sen nereden biliyorsun !?
-Potter da nereden çıktı? Ne alakan var senin onunla?
Blaise, senkronize konuşmaya devam eden ikiliye bakıp gülmemek için kendini zor tutarken öksürerek kendini topladı. Draco, sanki yerinde duramıyor ileri geri yürümeye başlarken bir yandan başını iki yana sallayarak kendi kendine mırıldanıyordu. Delikanlı, şimdilik onu boşverip Pansy’e yaklaşırken iki eli de genç kızın omzunu sıkıyor, onun gözlerini buldu:
-Okuldan beri aranızda bir şeyler döndüğünün farkındayım Pansy. Kaçamak bakışlar, gece bahçede konuşmalar…
-Bizim aramızda bir şey yok, sadece…
-Öyleyse Hogwarts’a Ölüm Yiyenler için gidiyorsun?
Genç kız, hiç beklemediği anda yüzüne çarpan gerçekle omuzlarını silkerken başını öne eğdi. Babası saldırı planından, saldırının odağındaki kişiden bahsettiği andan beri tek düşünebildiği onun yanına nasıl gideceği olmuştu. Neden bunu yaptığını bilmiyordu, onu görse ne yapacağını bilmiyordu, tek bildiği biraz daha dursa nefes alamayacağıydı.
Draco, sonunda ileri geri yürümekten vazgeçmişken derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Şu an olanların hiçbiri ona anlam ifade etmiyordu. Bugün ne kadar çok şeyin değiştiğini düşündükçe her şey ona büyük bir şaka gibi geliyordu. Öncelikle Hogwarts’a gidebilmek için bir yol bulmak için ona geldiğinde Blaise Hermione’yle arasında olanları bildiğini ve tüm desteğinin onunla olduğunu söyleyerek onu şaşırtmıştı. Başını iki yana sallarken ona daha da tuhaf gelen ikinci düşünceyle gözlerini yeniden açtı, Pansy ve Potter…
-Bir türlü anlayamıyorum. Sen ve Potter ne ara?
Blaise ve Pansy’nin dikkati yeniden ona çevrilirken genç kız, başını eğerek konuştu:
-Bir dakika… Peki ya benim seninle olan “ortak yanım” ne Draco?
Draco cevap vermeden arkasını dönerek pencereye giderek camı açtı, anlaşılan temiz havaya daha çok ihtiyaçları olacaktı.


Koridorun ortasında sessizce birbirlerini izlemeye devam ederlerken Snape, Potter’ın aklından geçenleri okuyamadığını hayretle fark etti. İşte bu harika, diye geçirdi içinden. Buna en çok ihtiyaç duyduğu anda bu çocuk gene onu zor durumda bırakmanın bir yolunu bulmuştu. Delikanlının ısrarla onunkilere çakılmış gözleri, nedense şimdi onu rahatsız edip bir şeyler söylemek zorunda bırakıyordu:
-Birkaç saate kadar tüm Yoldaşlık üyeleri burada olacak.
Harry ne hissettiğini kendi bile çözemezken sordu:
-Hermione ve Ron Yoldaşlık üyesi değil.
-Seni destekleyen herkes gelecek Potter.
-Gelmemeliler, burası güvenli olmayacak.
Adam alaycı bir gülümsemeyle ona baktı:
-Başkalarının güvenliğini düşünmek için doğru bir zaman mı, Potter?
-Bunu başkalarının güvenliği için ölen birine söylemek için doğru bir zaman mı, Profesör?
Harry’nin sözleri sanki zamanı durduruyorken bir an sonra arkasını dönerek yürümeye devam etti, nereye gideceğini bilmiyordu ama artık bunun bile önemi yoktu.


-Granger!
-Pansy…
-Granger öyle mi?
Pansy sanki dengesini kaybediyorken masanın kenarına tutundu. “Hermione Granger…” Bu ne ara olmuştu? Draco en başından beri ona olan nefretini en açık şekillerde belli etmemiş miydi? Genç kız duyduğu isme hâlâ inanamıyorken başını iki yana salladı. Anlaşılan bu sene hiçbir şey göründüğü gibi olmamıştı. Pansy o anda nedensizce gülmek isterken Draco’nun Potter’ı duyduğundaki göreceli tepkisizliğini şimdi daha iyi anlıyordu. Kendisi de “düşman kalesi”ndeyken elbette ona bir şey söyleyemeyecekti. Bir an sonra odada Draco’nun sesi duyuldu:
-Aramızda sırrını açıklamak isteyen başka biri var mı?
-Ah, Tanrım!
Blaise ve Draco, inleyen kıza bakarlarken Pansy gözlerini yerden kaldırarak bakışlarını ikili arasında dolaştırdı:
-Blaise de şimdi Ronald Weasley’le arasında bir şey olduğunu söyleyecekse ben daha fazla dayanamayacağım.
Draco, Potter şaşkınlığını hâlâ taşıyor ama kahkaha patlatmaktan geri duramazken Blaise’in tarafından uçan bir kağıt delikanlının sesli protestosu eşliğinde başına çarpıyordu.



Harry, yaklaşan ayak seslerini duyduğunda peşinden kimin geldiğini elbette çok iyi biliyordu. Yine de istifini bozmadan yürümeye devam ederken bir an sonra kolundan çevrilerek duvara yapıştırıldığında da ilgisinde bir değişiklik olmamıştı. Elinde değildi bu, sadece başka ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Severus, altı yıl boyunca yakından izlediği çocuğun büyüdüğünü elbette çok iyi biliyordu. Potter, altı yıl önce ilk defa gördüğü o gözleri heyecan ve şaşkınlıkla parlayan çocuk değildi artık. Yine de çoğu kez nefretine maruz kalan bu genç adamın gözlerinde hiç değişmeyen bir şeyler olmuştu şimdiye kadar. Doğduğundan beri savaşçı olduğunu, neyle karşılaşırsa karşılaşsın asla yılmayacağını söyleyen bir şeyler… Oysa, Potter’ın tekdüze aldığı nefeslerin yüzüne çarptığı şu anda, delikanlı neredeyse bir kukladan farksızdı. Usta oynatıcısını yakın zamanda kaybetmiş bir kukla… Ona acımakla az önceki davranışının hesabını sormak arasında gidip gelirken Harry’nin gözlerini kapattığını fark etti. Delikanlı yüzünü buruştururken Severus usulca mırıldandı:
-Gözlerini aç.
Harry başını iki yana sallayıp reddediyorken Severus yineledi:
-Gözlerini aç, Potter.
-İstemiyorum.
-İstemiyorsun?
Severus’un sesi kulağında başını bir kez daha iki yana sallarken yutkundu:
-Bana acıyarak baktığını görmek istemiyorum. Kimsenin bana acıyarak bakmasını istemiyorum.
Adam onu bırakarak bir adım geri gitti. Harry desteğini kaybettiğinde dizlerini zorlukla hissediyorken olduğu yere oturdu. Başını duvara yaslarken gözlerini açarak karşıda kendisini izleyen Severus’a baktı. Adamın bunu nasıl başardığını bilmiyordu ama kendisi de bu kadar güçlü durabilmek için neler vermezdi ki… Kendini cesur olmaya inandırmaya çalışmasına rağmen hâlâ korkuyordu. İşte sonunda itiraf etmişti. Her şeyi bir maskenin ardından izliyormuş gibi yaparak gizlemeye çalışmıştı bu korkuyu. Acı bir gülüş dudaklarında yer bulurken derin bir nefes aldı, ne acı ki rol yapmayı bile başaramıyordu.
-Kimsenin sana acıdığı yok, Potter.
-Bana bakış şekliniz bile değişik, Profesör.
Son kelimedeki vurgu nedense Severus’un dikkatini çekmiyorken Harry devam etti:
-Siz bana baktığınızda nefretinizi okurdum ama şimdi o bile yok. Hepsi gitti sanki. Hiçbir şey aynı değil, nefretiniz bile.
Severus sinirli bir sesle gülerken ona baktı:
-Aptal olduğunu biliyordum Potter ama bu kadarını ben bile düşünmemiştim.
Harry kafası karışmış, ona bakarken adam konuştu:
-Hiçbir şey değişmedi Potter. Sadece her şeyin senin düşündüğün gibi olmadığını öğrendin.
-Bu korkunç.
-Asıl korkunç olan kaderinle yüzleşmen gereken bu anda küçük bir çocuk gibi saklanmaya çalışman Potter ve sen de bunu biliyorsun.
O anda ikisi de susup birbirlerini dikkatle izlemeye devam ediyorlarken Harry yenilgisini kabul ederek başını eğdi. Severus tek eliyle pelerininin yakasını düzeltirken sordu:
-Şimdi, küçük bir çocuk gibi mızmızlanmaya devam edecek misin?
Harry, onun alaycı sözlerinde neyse ki değişmeyen bir şeyler bulmuş, yanıtladı:
-Hayır efendim.
-Güzel.
Harry yerinden doğrulurken Snape’e bakarken adam konuştu:
-Ve ayrıca Potter, sana olan nefretim hiçbir zaman azalmadı.
Delikanlı gülümseyerek bir teşekkür mırıldanırken profesör onun teşekkürlerinin umrunda olmadığını yüz ifadesiyle yeterince belli etmiş, kendi yolunda ilerledi.


Hermione, Giriş Salon’una adım attığı anda endişeyle bahçeyi süzmekten geri duramamıştı. Yanındaki Ron da onunla beraber dışarıda toplanan insanları izliyorken genç kızın iniltisiyle ona döndü. Hermione kaşlarını çatmış, farkına varmadan dudaklarını ısırıyorken rüzgâr da tekinsiz bir uğultuyla duvarları dövüyordu. Ron, Yoldaşlık’ı desteklemek için onlarca insanın şatoya yürüyüşünü izlerken bakışları bir yanda da Karanlık Orman’a yakın toplanan siyalar içindeki grupların üzerindeydi. Delikanlı, o an onların varlığını unutmak ister gibi başını sallayarak yanındaki Hermione’ye döndü. Kolunu onun titreyen omuzlarına atarken kulağına eğildi:
-Haydi, Hermione.
Genç kız irkilerek önüne dönerken her şeye rağmen omzundaki sıcaklığa şükrederek ilerledi.


Harry, birinci katın merdivenlerine geldiğinde aşağıdan yükselen uğultuları daha net duyuyordu. Asasının tutuşunu gevşetirken nedense doğruca karşıyı izliyor halde aşağı indi. Son adımını attığında onu karşılayan Lupin olurken onun daha da yaşlanmış görünen yüzüne baktı. Adam doğruca ona uzanıp kolları arasında neredeyse hapsediyorken Harry bir an onun bilip bilemeyeceğini düşündü. O anda Severus’un öksürüğü duyulurken delikanlı Remus’un kollarından sıyrılmış, ona döndü:
-Barikatlar hazır mı?
-Bir saat sonra kapıdan giren kimseyi alamayız, Potter.
Harry şu an Voldemort’un bir saatlik “iznine” bile şaşırıyorken başını salladı. Severus, Remus’a sordu:
-Tüneller ayarlandı mı?
-Kontrol ediyoruz.
Adam başka bir şey söylemeden bir baş selamıyla ayrılırken Remus yavaşça konuştu:
-Ona güveniyor olman güzel, Harry.
Delikanlı ondan uzaklaşan siyahlı adamı dalgınca izliyorken mırıldandı:
-Başka şansım yok.


Harry, Büyük Salon’a adım attığında bekleyenler arasında kısa süreli bir dalgalanma olurken delikanlı kalabalığı taradı. Hermione ve Ron’u nedense göremiyorken bir adım daha attı. Ayak uçlarında yükseldiğinde bir banka çökmüş iki kişiyi görür gibi olurken doğruca sola döndü, birkaç adım sonra yanlarındayken hafifçe öksürerek konuştu:
-Hermione, Ron…
Başını kaldıran Hermione saniyesinde doğrularak Harry’nin boynuna atılırken Ron da yüzünde tedirgin bir gülümseme ayağa kalktı. İki dost sessizce gülümserken Hermione’nin başı delikanlının omzuna yaslanmış, sanki sessizce hıçkırıyordu. Delikanlı onu küçük bir bebek gibi sallayıp kulağına her şeyin iyi olacağını fısıldıyorken Ron’un da gözleri dolmuş, başını tavana kaldırdı.


“Teşekkür ederim,” dedi Pansy sonsuza kadar uzanacağından korktuğu nemli tünelden çıktığında. Onu elinden tutan Blaise önemli olmadığını söylerken Draco üstünü düzeltmiş, karşısındaki Snape’e baktı. Profesör azametle onları süzerken delikanlı onun gözlerinde onları destekleyen bir şeyler bulmuş sessizce gülümsedi, Severus başını hafifçe aşağı eğerken mırıldandı:
-Büyük Salon’a gidiyorsunuz.

Üç arkadaş sonunda bir tahta sıraya oturmuştu. Hermione, elleri dizinde yeri izliyorken başını iki yana sallıyordu:
-Ben buna anlam veremiyorum, Dumbledore seni böyle bir günden asla bırakmazdı.
Harry, Hermione’nin soğuk elini avucuna alıp başını kendisine çevirdi. Doğruyu söylemekle söylememekle arasında ince bir çizgide gelip giderken kendisinin bile şaşırdığı soğukkanlılıkla konuştu:
-Durumu çok kötü, Hermione. Açıkçası atlatabileceğini düşünmüyorum.
Hermione’yle beraber Ron’un da gözleri büyürken genç kız yavaşça inledi. Onun soluklaştığını gören Harry atıldı:
-Hayır, Hermione. Bu gece hiçbir şey için üzülmüyoruz. Bunları yarın düşüneceğiz.
Hermione ürkek bir çocuk gibi gene başını sallıyorken Harry hemen döneceğini söyleyerek ayağa kalktı. Onun yeterince uzaklaştığından emin olan Ron genç kıza döndü:
-Hey Hermione…
-Evet?
-Harry haklı, bu gece güçlü olmak zorundayız. Onun için…
Hermione yanağına tek tük dökülmüş saçları kulağının arkasına atarken derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı ve başını salladı. Olacaktı, olmak zorundaydı.

Draco, iki arkadaşı kendisini bir adım geriden takip ediyorken salona adım attı. Onu gören birkaç kişinin sesinin aniden kesildiğini gördüğünde şaşırmazken tek eli cebinde ilerledi. O yürüdükçe salondaki sessizlik artıyorken kendisini nefretle süzenleri görmezden gelmeye kararlı hafifçe öksürdü. Bunun kolay olmayacağını zaten biliyordu. Yine de bir şekilde korkmaya başlamıştı sanki. Salonu tararken burada olduğunu öğrenince babasının vereceği tepki gözlerinin önüne geldi. Bununla keyfi biraz da olsun yerine geldiğinde bakışları sonunda belli bir kişinin üzerinde sabitlenmiş gülümsedi, bir kukla olmadığını göstermenin vakti sonunda gelmişti.

Hermione, salondaki uğultu azaldığında duruma şaşırmış, başını kaldırdı. Ron da onunla aynı anda geriye dönerek sebebini anlamaya çalıştığında ikisi de gördükleri üç kişiyle bir an durdular. Ron kaşlarını çatmış, ellerini belki de farkına varmadan yumruk yapmışken Hermione bir an nefes alamadığını hissetti. Draco’yla göz göze geldiğinde delikanlının bakışları ona her şeyi yeterince anlatmışken kendini bir kahkaha atmamak için zor tuttu. Draco, sonunda tarafını seçmişti.

-Bunlar ne arıyor burada?
Genç kız, yüzünde büyüdüğüne emin olduğu gülümseyi derhal silip ona döndü. Ron belli ki kendini zor tutuyordu. Hermione, telaşla atıldı:
-Ron, lütfen…
Tek elini Ron’un bacağına koyduğunda gerilmiş kasları hissederek buna şaşırmadı. Yüzünde ikna edici olduğunu umduğu bir ifadeyle Ron’un gözlerine dikkatle baktı:
-Olay çıkmasını istemeyiz.

Harry, yatakhaneden dönmüş, salona girdiğinde önündeki manzaraya şaşırmış, olduğu yerde durdu. Bir sıranın ucuna oturmuş mağrur bakışlarla etrafı süzen Draco Malfoy, hemen yanında kollarını kavuşturmuş bekleyen Blaise Zabini ve en sonunda “o”. Pansy Parkinson… Delikanlı, onun yüzünü sanki yüzyıllar sonra görmüş gibi aç bir ifadeyle izledi genç kızı birkaç saniye de olsa. Pansy’nin dalgın bakışları yerdeyken uzun siyah saçları omuzlarına dökülerek kızın duru güzelliğini sanki taçlandırmıştı. Harry, tam o anda yanıbaşındaki adamın varlığını hissederken Snape’in en olmadık zamanlarda yanında belirivermesine şapka çıkarmaktan geri duramadı. Severus, sanki Harry’nin aklını gözlerine bile bakmadan okuyormuş gibi dudak ucunda ince bir gülümseme konuştu:
-Üçüne de güvenebilirsin, Potter.
Delikanlı, nedenini sorgulayacak güçte değil, ona en kolay gelen şeyi yapıp başını salladı. Birkaç gündür hissetmediği cılız bir mutluluk kısa süreliğine de olsa sanki ruhunda yer ediyorken elini cebine attı. Gülün kuru yaprakları eline değdiğinde, aylar öncesinden beri sakladığı çiçeği şimdi yanına aldığına memnun gülümsedi. Belki de genç kızı ona getiren tılsım buydu. O anda Pansy de bakışlarını ona çevirdiğinde göz göze gelirlerken Harry bir an ikisinden başka kimse yokmuş gibi hissetti. Genç kızın, dudakları sıcak bir gülümsemeyle kıvrılmış, Harry’e güven veriyorken bu yalnızlık hissini bozan Severus konuştu:
-Yarım saat içinde müdürün odasına gel, Potter. Bazı iksirlerini içmeni isteyeceğim.
“Hazır ol, Harry, öleceksin.” Gerçeklik farklı sözlerle yüzüne çarpılırken Harry bu defa onu korkutmayan bir umursamazlığın içine düştüğünü hissetti. Sınavın en zor kısmını geride bırakmış gibiydi, onu bekleyen neyse bunu biliyordu, belirsizlik yoktu. Kendi hayatları ve sevdikleri için endişelenen yüzlerce insanın aksine onu düşündüren tek bir kategori vardı.

Pansy, yanyana durmuş konuşan Severus’la Harry’i izlerken sanki delikanlının huzursuzluğunu hissetmiş, gülümsedi. Şu an katıksız bir korku ve heyecandan başka bir şey hissetmiyordu ama yine de onu dikkatli gözlerle izleyen Harry karşısında gülümsemekten başka çaresi yok gibi geliyordu. Ailesinin esaretinden kurtulduğu anda içine girdiği bu hal onu mutsuz etmiyordu. Genç kız, aylarca süren inkarının ardından gerçeğin bir anda ona çarpmasıyla soluğu kesilir gibi oldu. Derin bir nefes alırken ruhunu çoktan başkasına teslim etmiş, derin bir nefes alarak daha da güçlü gülümsedi. Belki de aşk, insanı mutlu edebilen tek esaretti.


Voldemort, tek bir lambanın çirkin sarı ışık yaydığı odada durmuş, camlarından alevler saçıyormuş gibi görünen şatoyu izliyordu. Uzun parmakları arasında çevirdiği asanın havayı yarması, odadaki tek ses oluyorken yılansı gözlerini odanın köşesine çevirdi. Nagini’yi kıvrılmış olduğu köşede gördüğünde ağzı çarpık bir gülümsemeyle kıvrılırken telaşsızca verdiği sürenin dolmasını bekledi. Bundan birkaç saat sonra nihai zaferine sonunda kavuşmuş olacağını düşündü. Beyaz yüzü, tekrar gecenin altında parlayan şatoya dönerken ellerini geride birleştirmişti. Şimdi ihtiyacı olan çocuğun kendi ayaklarıyla ona gelmesiydi, onunla işi bittikten sonra okulu ele geçirmesi işten bile olmayacaktı.

Harry, Severus’un kendisine uzattığı şişeyi bir seferde içmiş, geri uzattı. Yaralanıp yaralanmaması, bir iki saat sonra sonsuza kadar bir anlam ifade etmeyecekken adama itiraz etmeyecek kadar akıllanmayı sonunda başarmış, bu konuda tek kelime etmedi. Severus, onun konuşmayışına memnun olup olmaması gerektiğine karar veremiyorken Harry’nin elinin biraz da olsa titrediğini görmezden gelmeye karar verdi:
-Arrkadaşların güvende olacak, Potter.
Onun yüzüne bakmadan söylese de Harry, adamın onu okuduğuna emin yutkundu:
-Neden Yoldaşlık’ın burada toplanmasına izin verdi?
Snape geri giderek şişeleri dolaba yerleştirirken cevapladı:
-Yarın sabaha kadar ona karşı olan herkesin icabına bakılacağından emin olacak.
Harry başını sallayıp tabii ki diyorken ayağa kalktı, beceriksiz ellerle üstünü düzeltirken mırıldandı:
-Sanırım gitmem gerekiyor.
Severus, şu anda tiktakları her zamankinden sinir bozucu gelen saate bakmıyorken bir şey söylemeyerek Harry’i onaylıyordu. Harry derin bir nefes alarak bir adım geri giderken mırıldandı:
-Her şey için teşekkür ederim, Profesör.
Bu sözleri duyduğunda başka bir zaman olsa delikanlının delirdiğini düşünecek olan Severus, sessiz bir gülümsemeyle önemli olmadığını söylüyordu. Harry, derin bir nefes daha alarak adama son defa baktıktan sonra arkasını döndü.
-Potter…
Delikanlının eli, kapının tokmağına uzandığı anda adının seslenilmesiyle bir an havada kaldı. Harry, sessizce başını çeviriyorken Severus, masanın kenarına tutunmuş, konuştu:
-Başaracaksın.
Harry, ölmeyi mi başaracağını düşünürken profesör devam etti:
-Şimdiye kadar dışarıdakilere inat bir kahraman olmadığını söyleyerek dolaştın durdun ve bunda haklıydın. Oysa bu gece, gerçek bir kahraman olacaksın.
Harry, adamın ses tonu sanki kulağına değil kalbine ulaşıyormuş gibi gelirken cesur durmaya çalışarak gülümsedi:
-Bu gece pek çok kahramana ihtiyacımız olacak, profesör.


Ron, birinci katın sahanlığında ileri geri yürüyüp Harry’nin yanlarına gelmesini bekliyorken korkuluğa dayanmış Hermione, kollarını birbirine doladı. Harry’nin neden Snape’le konuştuğunu bilmiyordu, neden bu gece kendinde değilmiş gibi davrandığını bilmiyordu ve bu kadar bilinmezlik onu yoruyordu. O anda merdivenden inen ayak seslerini duyarken aceleyle Ron’un yanına yürüdü. Yanındaki delikanlı da şimdi hareket etmiyorken ikisi de Harry’nin onların yanına gelmesini bekliyordu. Hermione, yavaşça Ron’un elini bulurken ona sıkıca tutundu, Harry’nin yüzündeki ifadeden nedense hiç hoşlanmamıştı.

Harry, Ron ve Hermione’ye ne demesi gerektiğini toplayamıyorken Hermione atıldı:
-Büyük Salon’a dönmüyor muyuz, Harry?
Delikanlı ikisini işaret ederken cevapladı:
-Siz dönüyorsunuz, benim yapmam gereken bir işim var.
Ron, Hermione’nin tutuşunun sertleştiğini hissederken konuştu:
-Öyleyse biz de seninle geliriz.
Harry, onların yüzlerini sanki beynine kazımak istiyorken başını iki yana salladı:
-Üzgünüm, ama bu tek başıma yapmam gereken bir şey…
-Ne yapman gerekiyor, Harry?
Hermione, kuşkuyla onu süzüyorken Harry onun Ron’un elini bıraktığını fark etti. Genç kız, tek elini beline dayamış, hesap soruyordu:
-Bizden saklaman gereken ne, Harry?
Delikanlı bir kez daha ona yalan söyleyememesine hayıflanırken yanıtladı:
-Bağıran Baraka’ya gitmem lazım.
Hermione neredeyse histerik bir kahkaha atarak Ron’a döndü:
-Duyuyor musun?
Ron’un mavi gözleri her zamankinin aksine onu boğuyorken Harry tekrar Hermione’ye baktı:
-Bu gece bana destek olmanız lazım, Hermione. Yoksa başaramam.
Yeşil gözlerdeki bir şeyler Hermione’nin kalbini kırıyorken genç kızın elleri yanına düştü:
-Anlayamıyorum, neden savaş bir adım yakınımızdayken tek başına gitmek istiyorsun?
Harry, beyni idareyi tekrar ele alıyorken olabildiğince kendin emin görünmeye çalışarak konuştu:
-Hermione, lütfen görünmezlik pelerinim yanımda. Orada Dumbledore’un benim için sakladığı bir şeyi almam lazım. Voldemort’u yenebilmem için gerekli.
Ron huzursuzca yerinde kıpırdanıyorken konuştu:
-Tamam, biz neden senin için almıyoruz ya da Snape?
-Olmaz.
Hermione, delikanlıya bir adım yaklaştı:
-Doğruyu söylemiyorsun Harry. Gözlerinden okuyabiliyorum bunu.
Harry’nin omuzları düşüyorken genç kız, ani bir düşünceyle neredeyse çarpılırken yutkundu:
-Ona gidiyor olamazsın! Harry… Voldemort’u tek başına yeneceğini düşünüyor olamazsın.
Delikanlı, gözlerini kapatıp açtığında ikisi de hâlâ onu donmuş gibi izliyorken konuştu:
-Gitmem lazım…
-Hayır!
İkisi de ona doğru atılacak gibi olurken Harry tek elini havaya kaldırmış, devam etti:
-Bu kendi kendime bulduğum bir çözüm değil. Hayır, sandığınız gibi kahramanca kendimi feda etmiyorum. Dumbledore, Snape… İkisi de biliyordu, ikisi de farkında. Gitmem gerekiyor, bunu bu gece bitirmem gerekiyor.
Boğazı düğümlenir gibi olurken Ron’a baktı. Mavi gözleri ilk gördüğü günden beri hiç değişmemiş, belki şu an heyecanla değil korkuyla parlıyorken, konuşmadan yardım istedi ondan.

Ron, Harry’nin gözlerindeki yardım isteğini reddetmeyi yürekten istiyordu. Onu tutmak, gerekirse sonsuza kadar saklamak… Ama delikanlının gözlerinde büyüyen ateş, neredeyse onu etkisi altına alırken yutkundu. Harry’i hiç böyle görmemişti. Gözleri belki öfkeyle belki galip olma isteğiyle parlarken ve ses tonu ne istiyorsa onu yapmaya zorlarken…
-Ron, lütfen.
Delikanlının göğsü hızlı nefeslerle inip kalkarken ne yapması gerektiğini bilemedi bir an. Gözlerini Harry’den kaçırmak istediğinde bunu yapamazken ne yaptığını düşünmeyi bırakarak mırıldandı:
-Harry haklı.
Harry’nin dudaklarında uçucu bir gülümseme dolaşırken Hermione ihanete uğramış gibi baktı ona. Ron, usulca konuştu:
-Dumbledore’un doğru planı yaptığına eminim, Hermione.
Genç kız, bunu duyuyor olduğuna inanmak istemiyorken buradan kaybolmayı diledi bir an. Ron’u ve Harry’i hiç tanımamış olmayı… Onları kaybetmekten deli gibi korkuyor olmamayı diledi. Ne yazık ki bu dileği gerçekleşmezken son bir umutla tekrar Harry’e çevirdi bakışlarını. Delikanlının yüz ifadesi yine değişmemiş, gitmesi gerektiğini haykırıyorken konuşmanın başından beri kaçındığı gerçeğin yüzüne çarpmasına izin verdi. Onu durdurmak için yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Harry, Hermione’nin direnişini kırdığının farkındayken bakışları iki arkadaşı arasında dolaştı. Acele etmesi gerektiğinin farkındaydı ama ailesi yerine koyduğu iki dostuna nasıl veda edebilirdi? Onlarla bir daha konuşmayacağını, gülmeyeceğini bilmek… Çıplak ayak üstünde kırık camların üstünde yürümek gibiydi. Onu öldürmeyen ama aldığı her nefeste canını yakan işte bu düşüncelerdi.

Şimdi bunları unutması gerektiğini biliyordu başını iki yana sallarken. Ron’a doğru bir adım attığında karşısındaki de ona derhal yaklaşıyorken sarıldı ona. Onun sırtını patpatlayarak geri çekilirken gözleri dolmuş genç kıza döndü. Hermione belli ki kendini zorla tutuyorken genç kızın ince bedenini olabildiğince nazik sardı. Kendisini sakinleştiren kokuyu içine çekerken ayrılmak sanki saniyeler ilerledikçe daha zor geliyordu. Sonunda geri çekildiğinde Hermione, yığılacak gibi olurken Ron ona destek oldu. Harry en azından ikisini de birbirine emanet edebileceğini biliyordu. Gülümsemeye çalışırken dikkatli olmalarını mırıldanarak merdivenlere yöneldi.

Bunu yapmak istemese de son defa dostlarına dönüp baktı. Ron, Hermione’ye destek olmuş, ikisi de onun gidişini izliyorken bir kez daha onlara gülümsedi . Bir adım attığında genç kız aniden geri dönmesini haykırmaya başlarken inatla başını dikleştirdi ve yoluna devam etti.

Ron, Hermione’nin haykırışları yükselip neredeyse canını yakarken kollarını sımsıkı ona dolamıştı. Genç kız, neredeyse yalvararak onu bırakmasını söylüyorken Ron gözyaşlarını engellemek için gözlerini tavana kaldırdı. Kolları arasında çırpınan Hermione, bunun yanlış olduğunu, Harry’e asla izin vermemeleri gerektiğini söylüyorken delikanlı bir an gözlerini kapatıp açtı.

Hermione, Ron’un sıcaklığından kurtulmak istiyorken boşuna bir çabayla silkindi. Bu yaptıkları yanlıştı, Harry’nin son gülüşüyle daha da iyi anlamıştı bunu. Ron ve Hermione onu bir zafere değil, kendi sonuna yolluyorlardı. Bunu durdurmaları lazımdı, Ron ona yardım etmeliydi. Ama, Ron bunları duymuyormuş gibi davranırken kolları onu daha da sıkı sarıyordu. Hermione son bir çabayla ondan kurtulmaya çalışırken bunun nafile bir çaba olduğunu biliyordu. Ron’un kolları başa çıkamayacağı kadar güçlüydü. Öylesine güçlüydü ki Harry’i ölüme yollayabiliyordu. Genç kız en büyük kabusunun gerçekleşmesini izliyorken gözyaşlarına boğuldu, artık nefes almak bile zor geliyorken başını bilinçsizce Ron’un göğsüne yaslamıştı.

masalcı
Admin

Mesaj Sayısı : 241
Kayıt tarihi : 25/08/08
Yaş : 32

http://bizimhikayelerimiz.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz